Selam-sohbet toplumu
Geçen hafta, İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde İletişim Fakültesi’nin çalışkan ve gani gönüllü Dekanı Prof. Dr. Mete Çamdereli ve ekibinin koordine ettiği “Medya ve Din Sempozyumu” yapıldı. (Mete Hoca, “Medya ve Din” konusunun öneminin farkında, daha önce aynı adı taşıyan bir kitap hazırlamış, bu sempozyumun tebliğlerini de yayınlayacak.) Ben de söz aldım. Teknomedyatik dünyanın içinde yaşayan balıklar misali olduğumuz doğrultusundaki bildiğiniz eleştiri ve görüşlerimi dile getirdim. Medeniyet Üniversitesi’nden kardeşim Özkan Gözel’in tebliğindeki farklı bir noktadan çıkarak yaptığı medya eleştirisi ise heyecan vericiydi. Bu genç düşünürümüzün fevkalade perspektifini sizlerle paylaşmadan edemezdim.
Teknoloji ve medyayı, karakterlerini belirleyen ve dolayısıyla hayatlarımıza ve ilişkilerimize bulaştırdıkları “sunilik” odaklı olarak eleştiriyorum. Gözel ise içine gark olduğumuz “teknomedyatik dünya”daki medyanın aşırı etkisine “medyatizm” diyor ve onu, bizi maruz bıraktığı uyaran bombardımanı ve sahici ilişkiye teknolojik bir aracılık sokarak yaptığı tahrip noktasından kapsamlı bir eleştiriye tabii tutuyor. (Biraz bozarak da olsa) onun sözleriyle ilerleyelim:
“Medyatizm, içinde soluk alıp verdiğimiz, devindiğimiz bir atmosfer, bizi sarıp sarmalayan suni bir ortam, örtük bir ideoloji… Medyatizm’in hükümranlığı altında ne olduğumuzu, ne hâle geldiğimizi, nereden nereye savrulduğumuzu tasvire çalışmak faydadan hâli değil… Medya kültürü, bugün, iletişim dediğimiz şu belki de en temel insani olguyu çoktan tekeline almış, ona çoktan damgasını vurmuş bulunuyor. Oysa iletişim bizim için arızi bir unsur değil, ama insanlığımızın bizzat özüne dâhil. Dahası iletişim, medyatik anlamının ötesinde ve/veya berisinde yatan derin bir anlama ve geniş bir ufka sahip… Çağımızda mevcut iletişimin tarzı, yoğunluğu, hızı ve çapraşıklığı bizi sahiden iletişimde bulunmaktan, iletişimin özüne uygun bir biçimde tavır almaktan men ediyor, uzaklaştırıyor. Bu medyatik çağda, iletişimin özü, aslı, esası değiştikçe… bizim varlıkla ilişkimiz de değişiyor yani bozuma uğruyor… Medya yakınlığın özünü çürütüyor, kalp bir yakınlığı mütemadiyen tedavüle sokuyor, yakınlığın içini biteviye boşaltıyor. Suni bir yakınlığın geçer akçe olduğu vasatta sahici yakınlığın özlemini çekiyor, yokluğunu hissediyoruz. Hâlâ bir şeylerin özlemini çekebildiğimiz, yokluğunu hissedebildiğimiz için ise şükrediyoruz… Özlenecek bir şey yok, çünkü yakınlığın suyunun çıktığı bir vasatta artık mesafeden söz edemiyoruz. Özleme, mesafenin olduğu ve fakat mesafeyle birlikte yakınlığın da olduğu bir durumda mümkün… (Biz ise) medyatizm altında niteliksiz bir uzamda, yönsüz bir boşlukta, sermest ve gayesiz, biteviye dönenir bir halde(yiz)…
(Böyle bir dünyada) pek mümkün görünmeyen ise, iletişimin özü olarak adlandırdığımız… “dışarı’nın yakınlığı”. Dışarının yakınlığı Öteki’yle ilişkidir aynı zamanda – Öteki’yle veya Özge’yle. Dışarının yakınlığı, Öz’ün Özge’ye Özlemi’nde açığa vurur kendini. Dışarıyla ilişki Özleme’dir. Özleme sadece bir duygulanım değil, Öz’ün fiilleşmesi, meydana çıkması ya da gerçekleşmesidir… Öz, yani Kendilik (Nefs) öz’ler. Öz, öz’leyerek Kendi olur. Öz, öz-leyişinde kendini Özge’ye açar. İletişimin sahiciliği ya da sahici iletişim Öz’ün Özge’yle ilişkisinde yatar. İletişimin özü, Öz-Özge ilişkisi demek olan Özleme’den itibaren anlam kazanır ve istikamet bulur… Böylece Öz-Özge ilişkisinde iletişimin ideali âdeta elle tutulur hâle gelir ki medyatizm’in asla öngöremeyeceği, hiçbir şekilde sağlayamayacağı bir vaziyettir bu…
Medyatik iletişim, bir tür aşırı-iletişimde paradoksal bir şekilde kendi iletişimsizliğini yaratıyor. Bu iletişimsizlik, insan ilişkilerinde kimi düzensizliklere, boşluklara ve çarpıklıklara yol açıyor. Sözgelimi Brezilya’daki bir arkadaşınızla her gün chat’leşirken, bir akrabanızın hastalığından veya ölümünden neden sonra haberdar oluyorsunuz veya daha kötüsü hiç haberdar olmuyorsunuz. Akrabalık bağları (sıla-i rahim) çoktan kesintiye uğramış, hatta büsbütün kesilmiş çünkü…
Özlemenin medyatik anlamda bozuma uğratıldığı bu dünya eskisi gibi değil artık. Dünya-da-olmaklığ’ımız dönüşüme uğruyor azar azar. Bu dünyada bazı temel hislere yer yok. Dindarlık gibi. Şu yaşadığımız dünyada, şu yaşadığımız yerde, sureta artışına rağmen özü itibarıyla dindarca duygu, hızla medyatize olduğundan, aynı hızla kaybolma eğiliminde… Atalarımızın inandığı şeylere inandığımızı söylesek de, artık atalarımız gibi inanmıyoruz. İman ile inancı sık sık karıştırmamız bundan…”
Bunları söylüyor düşünürümüz, Türkçe ile felsefe yapmanın ne kadar mümkün olduğunu açıkça göstererek. Katılırsınız katılmazsınız, kendi içinde tutarlı, sağlam bir çıkış noktasına sahip bir eleştiri getiriyor.
“Eleştiriyi anladık ama çare konusunda bir şey söylüyor mu?” diye soruyorsanız… Gözel, iletişimin yeniden sıhhatini temin ve tesis eden, “herkesin herkese esenlik-ve-barış (silm) dilediği” Selam/laşma kültürü, Sohbet Toplumu’ndadır çare diyor. Medyatizm’in ürettiği sun’i ve eğreti ilişkilere karşı rû-be-rû sohbet kültürünü diriltmeyi, diri tutmayı ve geliştirmeyi teklif ediyor.
Kaynak: Yeni Şafak