Sıradanlığa övgü
Bize armağan olarak verilen, Yaratıcımız’ın lütfettiği ömrü nasıl yaşamak gerektiğinden, otantik (halis, hasbi) insan olmaktan ne kadar bahsetsek az. Birçok boyutu var bu meselenin. Mesela sanatçı ve düşünce insanı olarak otantikliğin ölçüsü nedir? Mutlaka konuşulması gereken bir tema… İnanç ile otantisite bağlantısı, hele hele inançlara göre hasbi bir hayat sürme imkânı gibi bahisler ise bizim içinden çıkamayacağımız kadar zor… Müsaade ederseniz bugün otantisite konusunda sıklıkla gözlerden kaçan ya da görüldüğünde çoğunlukla yanlış anlaşılan bir konuyu dile getirmeye çalışacağım. Ama önce halis, hasbi olmayı başaramamış insanların özellikleriyle başlamak istiyorum.
Halis, hasbi olamayan kimsenin ilk dikkat çeken özelliği, insan ilişkilerinde samimiyetten uzak yüzeyselliği ve çıkarcılığı… Görünüşte o da çırpınır didinir, sözüm ona meşguldür, hatta hayli meşguldür ama hep menfaatinin peşindedir. Bir türlü içten gelerek veremez kendisini hayata, çıkar gözetmeksizin sarılamaz insan ilişkisine. Meşguliyetleri hep nicelikle ilgilidir, yapıp etmelerinde hayatla sahici olarak karşılaşmanın hiçbir emaresi bulunmaz. Bir türlü sükûneti, huzuru yakalayamaz. Zira çıkarlar, uçsuz bucaksızdır, dur durak bilmez; çıkar odaklı insanın da varacağı bir menzili yoktur. Kendini hep hayattan ve insanlardan alacaklı gibi hissettiğinden her durumda, herkesten istifade etmeye, adeta alacaklarını toplamaya çalışır. Elbette böyle bir hayattan sahici anlam devşirilemez, o yüzden temel anlam boşlukları hırs, tamah, fizik ve para gücüyle doldurulur, mal mülk istiflemek ve güç gösterisinde bulunmak için çabalanır. Olmak, sahip olmak gibi anlaşıldığından “edinmek” için ne gerekirse yapılır.
Hasbi olmayan kişinin tatminsizliği, keyifsizliği her halinden bellidir ama o mutlu görünme oyununu, “lay lay lom”culuğu, her yerde sürdürür. İnsanlar bu tipleri ilk anda fark edemezler ama tez zamanda boyaları dökülmeye, samimiyetsizlikleri kendini göstermeye başlar. Aslında güdük, tatsız tuzsuz birisi olduğu anlaşılınca insanlar uzaklaşmaya başlar ama tabii o, daha önce “bunlardan bana fayda yok” deyip kendisi insanlardan uzaklaşmamışsa… Her daim keyifli, mesut bir hayatın mümkün olamayacağını idrak edemediğinden çıkar sağlayamadığı çevrelerden hemen tüymeye meyyaldir çünkü…
Hasbi olmayan insanın mümeyyiz vasıflarından biri de, hayatı derdiyle mihnetiyle kabul etme iradesini gösterememesi. En kolay, en basit, kestirme olduğunu sanarak kaygılardan kaçmaya çalışan bir yaşama stili seçer. Kalabalıklara atar kendini. Gündeliğe, aleladeliğe, banalliğe batmış; vasatlığa, “herkes”liğe gömülü bir hayat sürer. “Niye bu dünyadayım, bana düşen nedir, ne yapmalıyım?” sorularını aklından uzaklaştırmaya çalışır. İşte otantisite konusunda gözlerden kaçan ve yanlış anlaşılan nokta tam da burası.
Bazı kendini beğenmiş, aklı evveller, kalabalıklara yüz vermedikleri, değişik ve ince zevkleri oldukları gerekçesiyle otantik bir insan olduklarını sanırlar. Onlara göre otantik insan, bambaşka, olağanüstü bir hayat süren, üst-insan gibi bir varlıktır. Sıradan insanları küçümserler. Oysa tamamen yanılgı içindedirler. Bayağılık, banallik, aleladelik ile sıradanlık arasında onların göremedikleri dağlar kadar fark vardır.
Hayatı olduğu gibi kabul eden, başına gelene rıza gösteren, teslim olan ama yılmadan mücadele eden, iyilik, güzellik ve hakikat arasında sıkı bir bağ olduğunu anlamış ve onlar için çabalayan kimse, otantik insanının ta kendisidir. Gündelik hayatın içinde yaşayıp giderken, biraz dikkatle baktığımda onlardan öyle çok görüyorum ki!… Çoğu kıyıda köşede sessiz sedasız, gürültü, nümayiş yapmadan, kimseye kendilerini göstermeye çalışmadan ömür süren bu hayat ustalarına imreniyorum.
Yoksulların, orta hallilerin aralarında ikamet ediyorlar bu kahramanlar çoğunlukla. Ya kıt kanaat geçinip gidiyor ya da elindeki avucundakiyle yetinmesini biliyor, nasiplerine düşeni kabulleniyorlar. Varlığını büyütmeyi gösteriş ve şatafat için değil sadece daha çok insana faydalı olmak için istiyorlar Acılardan kederlerden, dertten tasadan çizgi çizgi süs yapıyorlar çehrelerine. İyi evlat yetiştirmeye, çevrelerine yararlı olmaya çalışıyorlar, toprağa bile “sadık yârim” diye o kadar özenle basıyorlar ki, ülkelerinin ihtiyacı olduğundan canlarını vermek için koşup gitmelerine şaşmamak gerek…
Kapitalist tüketim toplumun dişlileri arasında benliklerini kaybetmemiş bu kanaatkâr insanlar, o kadar iyi özümsemişler ki hayatı, şöyle sözleri çok sık duyuyorsunuz onlardan: “Kimi yaralar açığa kimi yaralar içimize doğru kanar. Herkes herkesin derdini bilemez. Ama emin olun, en mutlu görünenlerin bile türlü çeşit dertleri var. Şöhretlilerin kimilerini yakından tanısanız o şatafatlı hayatlarını üstüne para verseler almaz, koyup kaçarsınız. Başımıza ne gelirse gelsin, sevgiye, iyiye ve güzelliğe tutunarak, azim ve gayretimizi artırmak durumundayız…” Sabrederek ve şükrederek ömür yolculuklarını sürdüren bu insanlar değil de sen mi otantiksin? Haydi oradan!…
Kaynak: Yeni Şafak