Siyaset, maneviyat ve aydın
Aydın olmamızı hele hele bilimsel bir meslekle iştigal edip, hekimlik ve öğretim üyeliği yapmamızı gerekçe göstererek yazılarımızdaki siyasi ve dini temaları yadırgadığını dile getiren okuyucularımız, dostlarımız var. Onları anlıyor ama hak vermiyorum.
Anlıyorum çünkü eski Türkiye, resmi ideoloji marifetiyle kendi inşa etmek istediğinin dışındaki tüm kimlikleri bastırırken, herkesin yalnızca mesleğiyle meşgul olmasını, aydınların, bilimle uğraşan kimselerin asla siyasetle, maneviyatla ilgilenmemeleri gerektiğini telkin ediyordu. Milletten, gelenekten kopuk, yabancılaşmış bir aydın tanımına aşina idik. Sanki doğal olanın aydının milletin ihtiyaç ve taleplerinden apayrı bir bilgi tecessüsü peşinde koşması olduğuna inan(dırıl)mıştık. Aydın sıfatına hak kazanabilmek için yapmanız gereken yalnızca, milleti küçümsemek, sıradanlığın yapış yapışlığından, ortalama insanın, yığınların düşüncelerindeki ve yaşama tarzlarındaki sefalete kapılmamanın erdemlerinden söz etmekti. Çoğu zaman tehditkâr nitelik kazanan bu telkinler altında yetiştik; siyasi tercihimizi ancak “oy” olarak sandıkta gösterebilir, maneviyatla ilgili tavrımızı, İsmet Paşa gibi kimsenin görmediği yerlerde, saklı gizli sergileyebilirdik.
Hak vermiyorum çünkü siyaseti yalnızca elitlerin ya da çıkarlarını her şeyin üstünde tuttuğu var sayılan profesyonel temsilcilerin yapması gerektiğini savunmak, demokrasiden; maneviyatın “Tanrı ile kul arasındaki gizli bir sır” olduğuna inanmak, insanın var oluşundan ve dinden hiçbir şey anlamamak demektir.
Düşünce faaliyetlerini genelin çıkarları ve bireyin özgürlüğü için sürdüren aydın, hiçbir zaman siyasete bigâne kalamaz. Modern demokrasilerde insanın kendisini ve yaşadığı toplumu, değerler dünyasını savunma biçimi olan siyaset, siyaset yapmak, aydın tanımında mündemiçtir. Aydını sıradan bir okuryazardan, etliye sütlüye karışmayan bilim insanından ayırt ettiren nokta da burasıdır. Aydın, toplumun derdiyle dertlenir; hatta toplumun dert etmediği halleri bile fark eder, sezer ve toplumu bu konuda uyarmaya, aydınlatmaya çalışır yani örgütlü siyasetin içinde fiilen bulunmadığı hallerde bile kendine has bir siyasetçidir. Konuşmamız gereken aydının siyaset yapıp yapmaması değil, nasıl yapacağıdır.
Aydın, muhalefette de iktidarda da, inandığı siyasi programın başarısı için çabalamalıdır ama bu çabası hep bir eleştirel mesafe payı bırakmayı ihmalden gelmemelidir. Aydının her zaman siyasetle, özellikle iktidarla eleştirel bir mesafesi olması gerekir, aksi takdirde vakanivüsten ve iktidarın her türlü faaliyetini meşrulaştıran ideologdan hiçbir farkı kalmaz. Aydın, hür bir vasatta, korkusuzca, fikirlerini ifade etmeli, edebilmelidir.
Gelelim aydının maneviyatla ilişkisine. Hayatın tüm alanlarından çekilmiş, yalnızca Tanrı ile aramızdaki sırra indirgenmiş din anlayışı, büyük ihtimalle eski Türkiye”nin alâmetifarikasıdır. Bir dönem Fransa”da görüldüğünden bahsediliyorsa da ne o, ne de Aydınlanma”nın pozitivist dini telakkileri bizdeki dinden ziyade “psikolojik bir zaafı andıran şey”e benzer. Bütün köklü geleneklerdeki din anlayışı, tabiatı icabı tüm hayatı ve hatta ölümü, ölüm-ötesini kuşatır. Her insan, bir anadilin ve bir geleneğin içine doğar. Onlardan kurtulmak, beyhude bir uğraştır. Aydın, bırakın reddetmeyi, içine doğduğu gelenekteki insani ve manevi mirası ne kadar iyi anlayabilirse, diğer insanlara, insanlığa o kadar olumlu katkıda bulunabilir.
Milletin organik aydını, kendi geleneğinden yanadır ama onun tarafgirliği, onun diğer geleneklere düşman olmasını gerektirmez; onlarla diyalojik bir temastan, onlardan öğrenerek geleneğin (kendisinin) ufkunu genişletmekten yanadır. Aydın, nasıl siyasetin içindeyse, aynı şekilde geleneğin maneviyat denizinin içindedir ama tıpkı siyaset gibi gelenekle de arasına nispi bir eleştirel mesafe koyar. Bu eleştirel mesafe, aydını üstün değil rehber kılan, sorumluluk yükleyen bir hayat parantezidir. Aydının sorumluluğu, daha iyi bir dünya için daha iyi anlama çabasıdır.
Birisi birçoğumuzun yaşayan en büyük sosyolog olduğuna inandığı 95 yaşındaki dev Zygmunt Bauman, diğeri David Lyon iki tanınmış sosyoloji profesörü “Akışkan Gözetim” adlı bir kitap çıkardılar. Lyon, çalışmalarındaki teolojik titreşimleri hep övgüyle andığı Bauman”ı kastederek: “Senin eserlerine başvururken kendimi, mazeret aramadan ve pişmanlık duymadan Hıristiyan geleneği içinde gezinirken buluyorum… Eserlerinde Kabala fikri olan rashimo”ya ait şeyler, yani vicdanı ateşleyen ve teşvik eden, bizi yeni yönlere çeken, Kutsal Kitaplar”ın zekasını ve berraklığını andıran bir şeyler var… Bir inanan olarak benim ekleyebileceğim tek şey, Yeni Ahit”in bize şimdiyi sanki gelecekteki şalom, yani barış ve huzur çoktan gelmiş gibi yaşamayı öğütlediği” der. Bauman, duyduklarından memnundur, cevap verir: “Şimdiyi sanki gelecekteki şalom çoktan gelmiş gibi yaşamak diye vurguluyorsun… Bu emir, tıpkı Eski ve Yeni Ahit”in diğer emirleri gibi azizlere hitap ediyordu… Ama ne yazık ki hepimiz aziz olamayız. Yine de, azizler olamasaydı biz de insan olamazdık… Onlar bize yolu gösterirler, onlar yolun kendisidir.”
Bunlara benzer sözleri, bu gün ya da bir gün Müslüman aydınlar, niye daha tutarlı bir biçimde söylemesinler ki!…
Kaynak: Yeni Şafak