Siyasetsizlik, eylem fideliğidir
Kendinize faydalı bir meşgale arıyorsanız hemen söyleyeyim. Dilimize yenilerde ilave olmuş “eylem” sözcüğünün nereden türetildiğini, Osmanlıca’daki ve diğer dillerdeki muhtemel karşılıklarını araştırın. Bir süre sonra kendinizi uçsuz bucaksız bir söz ve anlam sahrasında bulacak, “eylem” fidanını dikebilmek için kaç tarihi-dev ağacı katlettiğimizi göreceksiniz. Biz şimdi, “eylem” sözünün “hareket”, “davranış”, “iş”, “faaliyet”, “icraat”, “muamele” gibi anlamlarıyla hiç ilgili değiliz. Hani çocuklarımıza bile isim verirken esinlendiğimiz, kelimenin 12 Eylül 1980’i çevreleyen yıllardan beri yürürlükte olan, “devrimci, değiştirmeci etkinlik” manası var ya, işte o manada kullanıyoruz. Güya dünyayı büyü bozumuna uğratma maksadıyla bir yığın gizemli atıflarda bulunduğumuz en büyülü kelime olarak “eylem”…
Siyasi tavrını beyan eden ve gösteren meşru eylemlere, toplantı ve gösteri yürüyüşlerine bir sözümüz yok. Ama kabul etmeliyiz ki, ülkemizdeki toplumsal ve siyasal pratiğin bir sonucu olarak “eylem” dendiğinde zaten bu yasal çerçevedeki faaliyetler aklımıza gelmiyor. “Eylem”i kutsallaştıranlar, yasal ve meşru olanın, dönüştürücü gücüne inanmıyorlar. “Eylem” deyince basbayağı, yasadışı, yıkıcı siyasi etkinlikleri kastediyoruz.
Gerek çabalara rağmen bir türlü sonu gelmeyen Cizre olayları, gerek insanımızı her fırsatta sokağa dökme gayretleri, şer odaklarının yeni planlar peşinde olduklarını düşündürüyor. Kazanamayacaklarını bilenler, Haziran seçimlerini boğazımızdan getirmeye hazırlanıyorlar. Cizre olaylarıyla, ülkenin her yerinde değişik vesilelerle provoke edecekleri eylemleri “seküler” bir potada eritme sevdasındalar. Öncesinde olabildiğince ortalığı yangın yerine çevirerek, zaten kazanamayacakları seçimlerin hiç değilse sonuçlara gölge düşürmek niyetindeler. Seçim sonrası iyice kaynatılacak eylem kazanında bir darbe pişirmenin önünü açmak istiyorlar.
Eylemsellik üzerinden ülkemize, demokrasimize kurulacak tuzaklar, insanın fıtratında var olan kendini eylem sırasında haklı görme özelliğine dayanıyor. Bir kez karşılıklı eylemler başladı mı, tarafların her seferinde kendilerini daha haklı göreceklerini, daha çok eyleme sarılacaklarını ve nihayetinde toplumun da ona göre saflaşacağını, olayların önü alınamaz hale geleceğini biliyorlar. Böylece müdahaleye, darbeye çanak tutmak peşindeler.
Eylem çağrıları sözüm ona dertlere çare amacıyla yapılıyor ama bu türden eylemlerin propagandaların aksine insana, topluma hiçbir katkısı yok. Safi eyleme dayalı bir ortamda, sorunların çözümü mümkün değil. Herkes, yalnızca kendi tarafının düşünce ve duygularını, istek ve ihtiyaçlarını ön plana alacağından hukuk ve adalet tesis edilemediği gibi bir arada yaşamak da imkânsızlaşıyor.
Kör pratik ve düşüncesiz eylem alanında yegâne doğru, karşıdakini ortadan kaldırmak, sadece benzerlerin yaşamasına fırsat vererek sorunların çözüleceğini sanmaktır. Ama ne ki, karşıdakini ortadan kaldırarak, sadece benzerlerimize yaşama fırsatı vererek dünyanın daha huzurlu, daha dertsiz, tasasız olacağını sanmak tam bir safsata. Bugün benzerlerimiz dediklerimiz, yarın “yeni ötekiler” şeklinde karşımıza dikiliverirler. Eş yumurta ikizleri bile, irade açısından birbirlerinin tıpa tıp aynısı değiller. Farklılıklarımız, durmaksızın yeni çelişkiler, yeni benzerlik öbekleri oluştururlar. Ne yaparsak yapalım, kimleri yok edersek edelim, en nihayetinde farklılıklarımızla bir arada yaşamaya mecburuz.
Çare eylemsellikte değilse nerede? Nasıl bir arada yaşayıp, dertlerimize çare arayacak, sorunlarımızı çözeceğiz? Hatta bize benzemeyenlere karşı dolduğumuz olumsuz duyguları, hınç ve nefreti nasıl boşaltacağız? Cevabı yukarıda, kazanma ihtimali kalmayanların, deva olarak eylemselliğe sarıldıklarını söylerken vermiş olduk aslında. Çare eylemsellikte değil, siyasettedir. Modern zamanlarda siyasetin en işlevsel, en dert çözmeye muktedir şekline “demokrasi” diyoruz. Demokrasi yolunu, eski toplumların da denediği oldu ama ilk kez modern dönemde demokrasi, hem siyaseti hem devletin biçimini belirledi. Artık benzerliklerini siyasi bir program çerçevesinde örgütleyebilen gruplar, bu programlarını hayata geçirebilmek için iktidar olmak ya da muhalefette iktidara hazırlanmak, hiç olmadı mevcudiyetlerini idame ettirip geliştirmek için çabalıyorlar. Gösteri ve toplantı özgürlüğü de bu çabaya hizmet ederse, ne istediklerini anlatmaya yararsa anlamlı ama çağrısı yapılan eylemler, hiç de bu niteliği haiz değil tam tersine kamu düzenini bozmaya matuflar.
Ak Parti’ye karşı muhalefet var bu doğru ama maalesef siyaset üretebilen bir odak yok. Muhalefet, “Yeni Türkiye”yi iktidarın bir söz oyunu sanıyor, hala eski vesayet sistemini savunmakla ya da etnik endişeleri dile getirmekle meşgul. Siyasetsizlik, eylemler için fidelik işlevi görüyor, sotaya yatanların elini güçlendiriyor. Ha, evet, HDP cenahından “yeni yaşam” sözleri duyuluyor. Ama “yeni yaşam”la kast ettikleri, “kanton”lardaki Stalinist-despotik düzen mi yoksa Türkiye insanına sahici bir vaat mi henüz belli değil… 6-8 Ekim Olayları’ndaki tavırlarını hiç unutmuyoruz. Gözümüz, kulağımız hala onlarda.
Kaynak: Yeni Şafak