Solo yaşamlar
ABD’de 1995 yılının yaz aylarında aşırı sıcaklardan evlerinde ölü bulunan ve günlerce kendilerinden haber alınamayan yoğun bir yaşlı nüfus olduğunu fark ettikten sonra konuyu irdelemeye karar veren sosyolog Eric Klinenberg, 2012 “Solo Yaşam “ kitabını yazdı. O tarihten sonra kavram, yeni bir hayat tarzı dalgasını simgelemek üzere akademi dünyasında hızla yayıldı.
Konuyla ilgili görüşlerini Üsküdar Üniversitesi’nin yayın organı “Psiko Hayat”ta bir makale olarak dile getiren Sosyoloji Profesörü Abulfez Süleymanov, solo yaşamın tercih edilmesinin sebepleri arasında ilk sırayı aşırı bireyciliğin aldığını söylüyor. Ona göre rahatlığı, lüksü, ruhsal ve zihinsel açıdan benimsemiş, başka birisine tahammül etmek istemeyen yeniçağ insanı, birçok sorunla uğraşmak ve birine bağımlı kalmak yerine kendi başınalığı ve solo olmayı seçiyor: “Ekonomik anlamda bağımsız ve iyi kariyer sahibi olan bireylerin daha fazla sayıda solo yaşamı tercih ettikleri gözleniyor. Ekonomik refah düzeyinin daha yüksek olduğu İskandinav ülkelerinde yalnız yaşayanların oranının çok yüksek olması, bu argümana destek verir nitelikte. Burada kentleşmenin, özellikle metropol yaşamının etkisinin gözardı edilmemesi gerekiyor. Kentli insan hızlı yaşam temposu ve geçim sıkıntısı nedeniyle zamanla yarışıyor. Boş zaman, insanın insana ayıracağı zaman son derece kısıtlı. Kentin kalabalığından stresinden yorgun düşen birey, yalnız kalmayı tercih edebiliyor.”
Abulfez Süleymanov Hoca, iletişim teknolojilerin beklenenin aksine yalnızlık duygusunu derinleştirdiği kanaatinde. “Bilgisayar, televizyon, cep telefonları gibi zaman öğüten aygıtların yanı sıra sosyal medyanın yaygın kullanımı, aldatıcı bir sosyal ilişki ağı görüntüsü, yalnız yaşamayı tetikliyor… İnsanlar, kalabalıklar içinde dijital ortam sayesinde solo kalabildiği gibi; tersine solo yaşam da yine dijital ortam sayesinde kendi kalabalığını yaratabiliyor.” Bu yüzden aynı evin içindeki bireyler bile birbirlerinden uzaklaşabiliyorlar. Sözüm ona gelişmiş ülkelerde yalnız yaşayan insanlar, hayatlarını paylaşacakları partner olarak yapay zekaya sahip insan görünümlü robotları tercih edebiliyor.
Hocanın solo yaşamı artıran faktörler arasında vurguladığı bir diğer husus ise, örnek aile modelinin, aile içinde güven ve sadakat duygusunun giderek azalması nedeniyle boşanma oranlarının ve evlilikten kaçınmanın artması… Bunları gören insanlar birlikte yaşamının yükümlülüğünü üstlenmek istemiyorlar.
Kapitalist tüketim toplumu da solo yaşamayı kesinlikle destekliyor. İnsanlar kendileri için ev açtıkça, hane sayısı arttıkça pek tabii olarak tüketim de atık üretimi de artıyor. Şirketlerin alttan alta çalışanlarından kendilerini ailelerine değil çalıştığı kuruma ait hissetmelerini teşvik etmeleri ve sürekli daha yüksek performans beklentisi içinde olmalarını da bir yere not etmek gerekiyor. “Bu sistemin çarkı haline gelmiş medyada da bu yaşam biçimini teşvik eden yeteri kadar malzeme göze çarpıyor. Geleneksel ve dijital medya platformlarında yayınlanan makalelerde bu yaşam biçiminin olumlu toplumsal etkiler bağlamında ‘nimet’ olması hususunda görüşlere yer verildiği gözlenmekte. Reklamlarda bile bu trendi teşvik eden bir sürü söylemlerle karşılaşıyoruz. ‘Yalnız tatil yapmanın dayanılmaz keyfi’, ‘solo yaşamı tercih edenler için pop’, ‘Cozy’ ve ‘modern konseptinde stüdyo daireler’ vs. Yalnızlık trendini teşvik eden televizyon dizileri ise bu işin tuzu biberi olmuş durumda…”
Akademide solo yaşam lehine düşünceler, yalnızlığın kötü bir şey olarak hatalı biçimde kodlandığına ilişkin yayınlar olduğunu biliyoruz. Şüphesiz Abulfez Süleymanov Hoca onlardan değil. Solo yaşamın yaygınlaşması sonucu evliliklerin azalmasının nüfus kompozisyonunda, sosyal güvenlik sisteminde ciddi sorunları ve ahlaki erozyonları beraberinde getireceğini düşünüyor. Özellikle gençlerin yalnız yaşamayı bir ayrışma ve başarı hikayesi olarak görmelerini çok tehlikeli buluyor. “Günümüzün yoğun nüfuslu ve sosyal hareketliliği yüksek toplumlarında gittikçe azalan sosyal ilişkiler, yerini resmi, soğuk ve çıkarcı ilişkilere bıraktıkça, yalnızlık algısının daha da artacağını tahmin edebiliriz. Bütün bunların sonucunda dağınık bireylerden oluşan, psikolojik, sosyal ve ekonomik külfetin altına girmekten kaçınan, sorumluluk duygusundan yoksun, paylaşmanın olmadığı bir toplumsal yapının oluşması tehlikesi çok yüksek” diyor. Yalnızlığın yaşlılıkta çok daha önemli olduğunu, gençken bir şekilde yalnızlık sorunlarıyla baş edebilen insanların yaşlanınca işlerinin çok daha zorlaştığını belirtiyor. Yalnız yaşayan yaşlılarda hastalık, bunama, intihar ve ölüm oranlarını artırdığını, bizim yaşlılarımızda da benzeri yalnızlık komplikasyonlarının görülmeye başladığını söylüyor.
Ben mi? “Doğru söze ne denir, zihnine sağlık Hocam” diyorum.
Kaynak: Yeni Şafak