Şükür

Minnet ve şükranın psikolojimizdeki derin kökleri üzerine epeyce konuştuk. Asıl şükran duyulacak makamın Yaratıcımız olduğuna getirdik bağladık sözü. Bu nokta, çok önemli…

Potansiyel olarak sevgiye, şükran hislerine yatkın bir psikolojiye sahip olma noktasında aynı öze sahip olmamıza rağmen hepimiz farklı aileler içinde dünyaya geliyoruz. Nasıl biyolojik olarak her birimiz farklı isek aynı aileye doğan kardeşlerin bile psikolojilerinin geliştiği ortamlar, karşılaştıkları, maruz kaldıkları olaylar değişik olabiliyor. “Geçimsizler: Kişilikleri Tanıma Geçinmeyi Kolaylaştırma” kitabımızda uzun uzun anlatmaya çalıştığımız gibi, bu farklılıklar nedeniyle her birimizin kişilik tipleri de kişiliğimizin olgunlaşma düzeyleri de bambaşka biçimlerde tezahür ediyor. Hiçbirimiz tamamen bir diğerinin tıpkısının aynısı olmuyoruz. Her birimiz nevi şahsına münhasır, biricik varlıklarız.

Bizi insanlaştıran, insan yapan, kişiliğimizi şekillendiren ortamlar böylesine farklıyken, genetik ve toplumsal çevre açısından hiç eşit değilken nasıl olup da ahlaki olarak aynı imtihana tabii tutulacağız? Kesrette vahdet (çoklukta birlik) formülünün anlatmaya çalıştığına benzer bir tablo var ortada. Her birimiz insan teki olarak birbirimizden farklıyız ama yatay görünümde bu böyle. Oysa dikey görünümde, yukarı doğru gidildikçe, konik bir panorama ortaya çıkıyor, giderek benzeşiyor; en tepede tek noktada birleşiyor, aynılaşıyoruz. Farklı sorulara muhatap olsak da nihai sınav anında tamamen adil bir değerlendirmeye tabi tutuluyoruz.

Yatay plandaki farklılıklarımıza rağmen varoluşumuzu dikey planda benzeştiren ve birleştiren olgu, aynı Yaratıcı’nın kulu olma ve farkındalık bilinci bakımından eşit şansa sahip oluşumuz. Aynı şükran ve haset potansiyelleriyle dünyaya geliyoruz ama daha doğum anında itibaren bu potansiyel kendini farklı biçimlerde dışa vuruyor dolayısıyla hepimizde şükran ve minnet hissetme, teşekkür etme yeteneği aynı olmuyor. Ama bu farklıklarımızı aynı Yaratıcı’ya şükretme fırsatını değerlendirerek eşitleme fırsatımız var. Nasıl aynı potansiyellerle doğuyorsak, şükür, bizi insani var olma düzleminde yeniden aynı hizaya getiriyor. Bu sefer, gerisin geriye, haset ve şükran tavırlarımızı gözden geçirip onarma imkânı ortaya çıkıyor. Hani modern psikoterapistler, yetişmemiz sırasında annemizin, ailemizin eksik bıraktıklarını, bizi hayal kırıklığı içinde eli kolu bağlı koydukları durumları, terapist-danışan ilişkisiyle yeni baştan kurup onardıklarını, hataları telafi etmeye çalıştıklarını söylüyorlar ya aynen onun gibi…

İnsan ilişkilerindeki teşekkürden Yaratıcı’ya şükre, Yaratıcı’ya şükürden insan ilişkilerinde teşekküre karşılıklı patikalar, tozlu yollar, otobanlar, ışık huzmeleri var… Menzil, her hâlükârda bizim çabamıza, varoluşumuzun hikmetini fark edebilme bilincimize bağlı. Annemizden, ailemizden ne kadar iyi biçimde öğrenirsek öğrenelim insan ilişkilerinde başardığımız minnet ve şükran bizi Yaratıcı’ya şükür makamına taşıyamayabiliyor. Annemizden, ailemizden yeterince iyi biçimde öğrenemediğimiz şükran ve minneti, bu kez kulluk bilinciyle hayata geçirme, hasedimizi gemleme fırsatı beliriyor.

Şükür sayesinde, merhamet hislerimizi canlandırabiliyor, daha cömert, paylaşımcı ve yardımsever hale gelebiliyoruz. İnsan ilişkilerinde daha duyarlı ve dürüst oluyoruz, şefkat ve vefa duygularımızı geliştirebiliyoruz. İnsan kardeşlerimizle aynı hamurdan, aynı kadere sahip faniler olduğumuzu görüp onların kıymetini daha çok anlayarak insanlaşabiliyoruz.

Yaratıcı’ya her şükredişimizde, bizi sevgiden, mütevazılıktan, cömertlikten, yardımseverlikten, iyilikten alıkoyan haset yanlarımızı daha net biçimde görüp “dur!” diyebiliyoruz. Öfkemizi, hiddetimizi, tamahkârlık ve açgözlülüğümüzü baskılayabiliyoruz. Kıskançlıklarımızı centilmence, neşeli bir yarışa çevirebiliyoruz.

Bakmayın güzel güzel anlattığıma, hiç de kolayca ilerlemiyor bu süreç. Hepimiz kendi şartlarımızda, kendi kişilik imkânlarımızla karşılıyoruz hayatı. Ne kadar istesek de kimi zaman şükretmenin sükûnetini, sekinetini, huzurda olmanın huzurunu tam olarak tüm varoluşumuzda hissedip yaşayamıyoruz. Kaygı, endişe ve onlarla birlikte kabullenememe ve isyan hisleri gelip çatıyor. “Niye ben?”, “Niye şimdi?” gibi kışkırtıcı sorular kaplıyor zihnimizi. Geriye gitmemek için zorluyoruz kendimizi, dayanmaya, tahammül etmeye, bulunduğumuz, maruz kaldığımız şartları kabul etmeye zorluyoruz. Sabrediyoruz kısacası. Bu yüzden aynı özden kaynaklandıkları, aynı özün farklı veçheleri oldukları halde sabır, şükürden ayrışıyor. Kur’an-ı Kerim, şükrü de sabrı da iyice anlayalım diye defalarca tekrar ediyor. “İman, iki eşit parçadır. Yarısı sabır, yarısı şükürdür” buyuruyor Hz. Muhammed (SAV)…

Kaynak: Yeni Şafak

Son Videolar

Yükleniyor...

Galeri

Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.15 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.20 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.35 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.58 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.34 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.45.41