Şüpheden şüphelenmek
Özellikle çeşitli -izm’lere bağlı insanların ideolojilerine fanatik bağlılıklarından yola çıkan Peter L. Berger ve Anton C. Zijderveld’e göre günümüzde adeta çok-tanrılı (politeist) devir, yeniden yaşanıyor. Dini çoğulculaşmayı bir yere kadar makul görmek mümkün ama ahlaki alanda büyük bir tehlike var diyorlar. Ortaya çıkan rölativizm ahlakın temelini oluşturan değerler alanında da ortaya çıkarsa ne yaparız diye soruyorlar.
Dikkatimizi çekebilmek için “Şüpheye Övgü” kitaplarında komşusu insan eti yenebileceğine inanan ve bu inancını her fırsat bulduğunda gerçekleştirmeye kalkan birisini örnek veriyorlar. Bu örnek oldukça tuhaf görünebilir ama inanın yaşadığımız modern toplum benzer çatışmalara yol açacak büyük ahlaki farklılıkla dolu diye bizi uyarıyorlar. Onlar hiç de hoşgörü ve toleransla her şeyin yolunda gideceğini savunan çok-kültürcülük teorisyenleri gibi düşünmüyorlar. Çoğulluk, her zaman toleransa yol açmaz, tarihte bunun örnekleri var. Yaşadığımız zamanda kimse diğer inançlara karşı pek de öyle pozitif toleransla dolu değil aslında ama “bırakınız yapsınlarcı” bir lakaytlık, tehlikeli bir negatif tolerans söz konusu. İnsanlar çıkarlarının zedeleneceğini hissetseler, “davranış ve biliş alanında savunma hatları oluşturmak için ellerinden geleni yapacaklardır” diye belirtiyorlar…
“Modern öncesi toplumlarda makuliyet yapıları oldukça güçlü ve istikrarlıdır. Ne zaman modernleşme devreye girerse, çoğulculaşma makuliyet yapılarını kırılgan ve daha geçici bir karaktere sahip kılacaktır…” Kitabın 2010 yılında yayınlandığı göz önüne alınırsa “Şüpheye Övgü” yazarlarının Batı’daki tehlikenin tırmanacağını o zamandan net olarak gördükleri ortaya çıkıyor. “Başlangıçta büyük bir aydınlanma şeklinde tecrübe edilen rölativistleştirme, şimdi bir yüktür. Bu sebeple seçimler öneren rölativizm karşısında birey, geçmişte neyin mutlak kabul edildiğine nostaljik bir şekilde bakmakta ve neyin yeniden mutlak görülebileceğini aramaktadır. Şimdi aranan özgürleşme, rölativistleştirmenin yükünden, modern dünyada karşılaştığı pek çok seçimden özgürleşmedir…” Bunları söyleyen yazarlar, Erich Fromm’un totaliter hareketlerin özgürlüğün yükünden kaçmak isteyenler tarafından oluşturulduğu tespitini aktarmakta da gecikmiyorlar elbette. Onlara göre fanatizm ve rölativizm kardeştir, bir madalyonun iki yüzüdür: “her rölativist kişide mutlak kesinliğin ortaya çıkması için bir fanatik beklemektedir. Ya da her fanatik kişide tüm mutlaklardan özgürleşmek isteyen bir rölativist uyumaktadır…” Marx, Freud ve Nietzsche tarafından batılı zihinlere kazınan rölativizm sosyal, siyasi, ahlaki ve hukuki açıdan birçok tehlikeler içerir. Yargıların ertelenmesine, kararsızlığa, nihilizme ve dekadansa bir çağrıdır; kurumlara, geleneğe, mutabakat zeminine güveni sarsar.
Rölativizm de ilk kez batıda Hıristiyanlık içinde ortaya çıkan fundamentalizm de modern olgulardır. İkisi de modernitenin çoğulculaştırıcı dinamiğine karşı tepkidirler. Rölativist, bu dinamiği kabul ederken diğeri reddeder; birisi aşırı şüpheci bir tavır alırken diğeri şüpheyi reddeder ama her ikisinin de gelenekçilik karşısında benzer yanları öylesine çoktur ki…
Çare, şüpheye tamamen karşı çıkmakta, kesin inançlılık, fanatizm, fundamentalizmde konaklamakta değil, şüpheden de şüphe etmektedir. Sağlıklı, ciddi şüphe ile saf sinizm arasında büyük bir fark vardır. Sağlıklı, rölativizme düşmeyen şüphecilik, hakikatin varlığını inkâr etmez, esasla ayrıntıyı birbirine karıştırmaz. Kendisi gibi olmayanları, diğer inançları hemen düşmanlaştırmaz, tartışmadan kaçmaz, kendisine yönetilen eleştirilere kulak kesilir. Daha da önemlisi şüpheden de şüphelenir, şüphenin olmadığı alanlar olduğunu kabul eder, orta yolu bulmaya çalışır. Şüpheden şüphelenmek, şüphenin olmayacağı emniyet adalarında bir yaşam inşa etmektir.
Bizi birleştiren, birbirimizden emin olmamızı, toplum olabilmemizi sağlayan, aşırı şüphenin neşvünema bulmasını engelleyen zemin ahlakidir. Kendimize yapılmasını istemediğimizi başkasına da yapmamamız, insan haysiyetinin dokunulmazlığına inanmamızdır. Ahlaki zeminin varlığı değişik biçimlerde açıklanmaya, meşrulaştırılmaya çalışılabilir, çalışılmaktadır. Ama “Şüpheye Övgü” yazarlarına göre bunların en güçlüsü, insan olmanın ne anlama geldiği üzerine kafa yoran felsefi antropolojik tezdir. Yazarlar, “Biz kesinlikle evrensel olan ‘insan tabiatı’ diye bir şeyin varlığını savunuyoruz. Biz insan haysiyetine yapılan birçok saldırının sadece bu ‘tabiatın’ reddedilmesi ya da bastırılmış olmasıyla mümkün olduğuna inanıyoruz” diyorlar.
Onlarla tamamen hemfikirim. Dünyanın değişik yerlerinde farklı kültürlerden insanlar aynı dertlerle ilgilenmeye başlamış olmalı ki, hemen hemen aynı yıllarda “Aşk Her şeyi Affederse: Teknomedyatik Dünyada Aşk ve Ahlak” kitabımda benzer fikirleri dile getirmiştim.
Kaynak: Yeni Şafak