Tercih senin menü küreselciliğin!
Küreselleşme, tarafsız olmadığı gibi sadece zengin Kuzey’in ve bir avuç zenginin lehine işleyen eşitsiz bir süreç. Dünyanın siyasal ve ekonomik sahnesinde küreselleşmeyle birlikte özellikle iki güç, büyük bir gerileme halinde. Bunlar, milli-devletler ve yoksul Güney ülkeleri. Bir takım tartışmalar olmasına rağmen genel olarak milli devletlerin ve özel olarak sosyal refah devleti anlayışının büyük ölçüde kan kaybettiği açık bir gerçek. Bugün dünyanın en büyük yüz ekonomisinden ellisinin devletler değil şirketler olması; dünyanın en zengin üç adamının servetinin, 48 milli devletin ya da bir başka deyişle dünya nüfusunun üçte birinin gelirinden fazla olması, tartışılmayacak kadar açık olgular.
Küreselleşmenin yol açtığı sorunların bir nedeni de milli devletlerin ve milli ekonomilerin ve milli sağlık politikalarının zayıflamasıyla alakalı. Daniel Bell’in, “ulusun artık büyük problemleri çözemeyecek kadar küçük, küçük problemleri çözemeyecek kadar büyük olduğu” şeklindeki saptaması, küreselleşme karşısında devletin halini çok iyi anlatıyor. Milli ekonomik politikalar artık belirleyici değil, geçmişteki jeopolitik anlayış da büyük ölçüde değişti. Bu durumda milli kimlikler, yeniden biçimlen(diril)mek zorunda.
Milli devletlerin gerilemesinin insan psikolojisine olumsuz bir etkisi, hiç beklenmedik bir alandan geliyor: Dünya sorunlarının belirsiz ve kuralsız kaldığı, bir kontrol merkezinin ortadan kalktığı dünyada, mafya istediği gibi at oynatabiliyor. Uyuşturucu ticareti, müthiş oranlarda artıyor. Uyuşturucu piyasasının denetimsiz kalması, insanı, aileyi ve toplumları tahmin edilemeyecek kadar çok etkiliyor. ABD ve Kanada gibi ülkeler bile bu dev sorun karşısında çaresiz, bazı maddeleri uyuşturucu listesinden çıkarmaktan medet umar hale geldiler…
Hep söylüyoruz küreselleşme süreçleri, asıl olarak büyük geleneklere zarar veriyor ve zaten en nihayetinde onların ortadan kaldırılmasını amaçlıyor. Sovyet ve Çin sosyalizmi tecrübelerinin aslında Asya’nın büyük Ortodoks ve Konfüçyanizm geleneklerini ortadan kaldırmaya, buraları kapitalizm ile daha kolay entegre edilebilir hale getirmeye matuf olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor. Ve iyice belli oldu ki, sıra, kapitalizme en çok müşkül çıkartan Müslüman dünyasına geldi. İslam inancı, modernlikle her noktada uyum içinde değil, küreselcilerin arzuladıkları dünya tablosuna ise birçok noktada açıkça karşı. Güç mücadelelerinin Müslüman coğrafyalarda sürdürülmesinin yegâne nedenleri arasında petrol, enerji yolları ve jeostratejinin yanı sıra bu tespiti de hesaba katmalıyız.
Nasıl milli devletlerin zayıflamasının menfi sonuçları varsa büyük geleneklerinin gerilemesinin yol açtığı komplikasyonlar oluyor. Onlardan birisi, fanatizmin yükselmesi… Küreselleşme, beklenenin aksine insanları içine kapıyor, çok sesliliğe tahammül edemez ve diyaloğu reddeder hale getiriyor. Dini, etnik tepkiler, yabancı düşmanlığı olmayacak ölçülerde radikalleşiyor ve şiddete meylediyor. Şiddete ve fanatizme uygun vasat, tüm toplumu kuşatıyor; şüpheci, komplocu düşünceler “paranoid endemi” boyutuna ulaşıyor.
Küreselleşmeyi “risk” kavramıyla anlamaya çalışanlar, biz psikoloji profesyonellerinin kayıtsız kalamayacağımız bir psikososyal gerçeği de göz önüne serdiler. Geleneksel toplumlarda belki doğadan ve diğer insanlardan gelen somut tehlikeler daha çoktu ama yine de onlar “risk toplumu” değillerdi. Çünkü risk, gelecekteki olasılıklar düşünülerek etkin biçimde değerlendirilen tehlikeleri anlatır; dolayısıyla yalnızca geleceğe yönelmiş ve geçmişten kopmaya çalışan modern toplumlarda söz konusudur. Yaşadığımız modern toplum, doğadan ve gelenekten gelen dışsal tehlikeleri belli ölçülerde kontrol altına aldı ama bilgilerimizin dünya üzerindeki etkisiyle kendi imal ettiğimiz riskler, çevresel sorunlar, silahlanma, nükleer tehlike ve oynak finans piyasaları gerçekten de bir anda büyük felaketlere yol açma ihtimalini çok ama çok artırdılar. Küreselleşme, bir yanıyla giderek artan ekolojik sorunların küresel hale gelmesi, tüm gezegeni mahvetme ihtimalinin bulunması anlamına geliyor… Dertlere çare olmaları beklenen bilim ve teknoloji, kendileri yeni dertler üretiyor. Ama imal edilmiş riskler yalnızca bunlarla sınırlı kalsaydı keşke…
Önceleri büyük ölçüde gelenekler tarafından sınırları çizilen evlilik, çocuk yetiştirme ve yaşama tarzları, kişileri belirsizlik bakımından zor duruma sokmuyordu. Oysa şimdi tüm bu alanlarda tam bir belirsizlik egemen… İnsanın ne yapacağını sadece kendisinin belirlemesi isteniyor. Ailenin, içinde yaşadığı cemiyetin, toplumun, yerel kültürün hiç söz hakkı olmamasını, “özgürlük” adına iyiye yoranlar olabilir. Ama öyle değil. Her şey gibi özgürlük de sanal bu dünyada. Çünkü özgür (!) tercihini sadece küreselcilerin sunduğu (dayattığı) menü üzerinden yapma hakkın var. Tercih senin, menü küreselcilerin…
Kaynak: Yeni Şafak