TRT’nin önünden geçmem ama…
Eğer korkunç olayların kendisi, bizlere haz verecek tarzda işleniyorsa ya da bizzat bu işlenişe konu olan imajlarla birey, her gün karşılaşa karşılaşa artık ondan haz duymaya başlıyorsa, artık etik olarak tartışılabilecek bir alan da kalmamış demektir.” Etiğin kendisinin bile eğlencelik materyal haline gelmesi, 1980’li yıllardan beri (ki post-modern denilen zamanlara tekabül eder) değişen televizyon yayıncılığıyla ilgilidir. Artık eskisinden çok farklı olan bu televizyona “neo-televizyon” dense yeridir.
“Neo-televizyon, üç genel görünümüyle kendisini gösterir: Dinlenme zamanını ele geçirmesi, reality showların hâkimiyeti ve haberlerin gösteri formatına dönüşmesi… Eğitsel ve kültürel amaçlı tematik kanallar da var olur ancak televizyon asıl olarak eğlence pratikleri içine yerleşir. Tematik kanalların artışıyla arz artar. Televizyon, genellikle iş sonrası izlemeyle özdeşleştirilir. Dinlenme zamanına yerleşir televizyon. Böyle bir konumlanma, dizilerin, sporun, yarışmaların kalıcı başarısını sağlar. Reality showlar ise ticari ve hatta giderek kamusal kanallarda 1990’larda ortaya çıkar. Kamusal olanla özel olan, siyasal olanla kişisel olan, önemli olanla saçma olan yeni programlar birbirine karışır.
Neo-televizyonun ana özelliği, yarı canlandırmacı, yarı gazeteci sunucu tiplerin belirmesidir. Sıradan olan, gündelik olan şeyler televizyonda artar. Siyaset adamları televizyonda görünmekten çekinmez. Siyasi programlar prime time’dan kaybolurken yerini eğlence programları alır. Reality Showlar, özel hayatları eğlenceli şekilde anlatır… Okul, sendika, parti ve hatta aile gibi geleneksel kurumlar referans çevresi olmaktan çıkar. Televizyon referans çevresi olmaya başlar… 1980’den sonra televizyon, hakkında konuşmadığı şeyi kamuoyunun gündemine getirmeyecek kadar tahakkümcüdür.”
Yaptığımız bu uzun alıntılar Gazi Üniversitesi’nden Serdar Öztürk Hoca’nın “Profesyonel Eğlence Üretiminin Şizofrenisi” yazısından. Hoca, Dan Gilroy’un “Nightcrawler” filmini eksen alarak bir medya ve tüketim toplumu eleştirisine çevirdiği yazısının sonunda çareyi de söyler: Gösteri toplumunu ve neo-televizyonun mantığını, profesyonelleşmiş yukarıdan eğlence üretimi sağlıyor. Ona karşı çıkacak yeni anlayış ise ancak içinde ironinin, mizahın, sanatın, estetiğin ve oyunun yer aldığı, entelektüelliği ve amatör ruhu içeren alttan eğlence üretimiyle ortaya konabilir. Gösteri toplumunun profesyonelleşmiş kültüründen uzaklaşmak, amatör ruhu korumaya cesaret etmek gerekir.
Bu fevkalade önemli yazı, birçok değerli akademisyenin aynı değerde önemli eleştirel yazı ve araştırmalar; Ahmet İnam, Alev Alatlı, Levent Erden, Gündüz Vassaf ve Gökhan Akçura ile yapılmış röportajlar, analizler ve kitap eleştirileri “TRTAkademi” dergisinin, “eğlence endüstrisi” temalı ilk sayısında yer alıyor.
Post-modern zamanlarla birlikte reel-liberal bir siyaset anlayışının ağır hâkimiyet yılları da başlamıştı. “Kamusal ve kolektif olan her şey hatalı, bireysel ve özel olan her şey haklı” şeklinde bir bakış tarzı, “ne olsa gider”in boş vermeci ruh hali, her yerde kendisini hissettiriyordu. Bu cereyandan etkilenmekle birlikte, insanın bireysel olduğu kadar bir grup-varlık da olduğundan hareketle, kamusal ve kolektif olanın da özgürlükçü bakışımızın içinde bulunması, liberalizmin demokrasiyle dengelenmesi gerektiğini savundum; savunuyorum. Ekonomide, piyasa, pazar temel olmalı, devlet vatandaşına asla rakip olmamalıydı ama eğitim, sağlık, güvenlik alanlarında kamusal bakışın esas alınması şartıyla…
Kamusal olanın esas alınması gereken alanlardan birisi de şüphesiz medyaydı. Medyada binlerce farklı çeşitlilik, alabildiğine özgür bir ortam olmalıydı ama yalnız ve yalnız genelin çıkarlarını, kolektif iyiyi gözeten bir kamu yayıncılığı da şarttı. Nasıl her zaman, her ihtiyaç anında ve her ihtiyaç duyanın hizmetinde, hazır ve nazır kamu okulu, kamu hastanesi varsa, özgürce yayın yapan, karı amaçlayan özel medyanın yanı sıra kamuyu ve kolektiviteyi korumayı ve geliştirmeyi biricik amaç olarak gören kamu yayıncısı da olacaktı.
Kamu yayıncısı, kar, çıkar, reyting peşinde koşmadan medya teknolojilerindeki gelişmelere uygun biçimde, kamuyu gözeten yayın yapmanın yanı sıra, medyanın gidişatını akademinin ve özgür düşüncenin eleştirel süzgecinden geçirmek ve sonuçları toplumla paylaşmakla da yükümlüydü. TRTakademi, bu görevi fark etmenin neticesinde ortaya çıkmış bir hakemli dergi… Kendisi başta olmak üzere tüm medyayı eleştiriye tabi tutmanın gerektiği bilincinin ürünü… Soyadım nedeniyle, TRT’nin kapısının önünden bile geçmem ama TRTAkademi çabasına katkı verenleri, Erkan Durdu, Adnan Arıkanlı ve editör Prof. Dr. Bilal Arık başta olmak üzere kutlamaktan kendimi alıkoyamıyorum…
Kaynak: Yeni Şafak