Tüketim toplumunda dini değerler
Tüketim olgusu, modern hayatın her cephesine sirayet etmiş vaziyette. Bu, modernliği geçmiş toplumlardan ayıran temel özellik… Tüketimi, malların, alınış ve kullanılış biçimlerini ve bu süreçte ortaya çıkan değerler sistemini de kapsayan bir olgu olarak tanımladığımızda, yaşadığımız toplumu daha iyi anlayabiliriz… Zaten antropologlar, kültür araştırmacıları ve birçok düşünür, tüketimi, statülerin, hiyerarşilerin, sembol ve göstergelerin kullanımına dayalı olarak ele alıyorlar…
Tüketim toplumunda metalaşma, bir heyula gibi her şeyin üzerine siniyor, maddi bir değere tekabül etmeyen birçok hizmeti, duyguyu, nesneyi, ilişkiyi piyasa şartlarına endeksliyor. Bu durum, kültüre de yansıyor, kültürel değerler, ürünler ve ihtiyaçlar da neredeyse tamamen pazar koşullarında şekilleniyor… Bununla kalsa iyi, pek tabii olarak kimlik inşası ve benlik algısında da tüketim ürünleri belirleyici… Metalar bizatihi benlik projeleri sunuyorlar, ona göre kültürel ve toplumsal değer kazanıyor, kazandırıyorlar. Oluşturulmuş benlik ve kimliğin sergilenmesi için de yine metalara başvuruluyor, böylece, tüketim toplumu, aynı zamanda gösteri toplumu haline geliyor…
“Hayat tarzı”, 1960’lardan itibaren tüketim kültürü içerisinde bireyselliği, kendini ifade etmeyi, stil sahipliğini çağrıştıran bir kavrama dönüşmüş. Modernlik, geleneksel yapıyı çözdükçe ne yapacağını bilemeyen birey, pazardaki meta artışının sunduğu ya da mahkûm ettiği imkânlarla, kimlik eldesine girişmiş. Gerek yaşamın kendisi gerek bireyin kendi olma durumu ile alış veriş etkinlikleri arasında vazgeçilmez bir ilişki ortaya çıkmış… Artık bir kimsenin bedeni, giysileri, konuşması, boş zamanı kullanma şekli, yiyecek ve içecek tercihleri, ev, otomobil seçimleri, onun beğeni ve üslup duygusu bireyselliğinin, kimliğinin işaretleri olarak görülmeye, kimlik böyle inşa edilmeye başlanmış…
Küresel tüketim kalıplarının yönlendirdiği günümüz dünyasında, dini hayat, artık diğer küresel hayat formlarıyla iç içe geçiyor, yer yer eriyor, ancak bir alt-kültür olarak varlığını sürdürebiliyor. Dinlerin ve tüketim toplumunun anlam dünyaları farklı, aralarında temel kaynaklar açısından kaçınılmaz bir gerilim ve mücadele ortamı doğuyor. Özellikle İslam dininin sahip olduğu muhteva itibariyle alt-kültür olarak konumlanmaya pek müsait olmaması, tüketim kodlarıyla işlenmiş bir toplumsal vasatta belli gerilimleri kaçınılmaz kılıyor. Ama bu doku farklılığına rağmen tüketim değerleri ve dini değerler aynı toplum içerisinde yaşıyorlar, yaşamak durumunda kalıyorlar… Böyle bir ortamda bir yandan tüketim neredeyse kutsallaşırken bir yandan da kutsal olan tüketime dönüşüyor. Tüketimin kutsallaşması derken kastımız, tüketim etkinliklerine ve araçlarına çok yüksek bir önem atfedilmesi, insanlara büyülü bir atmosferde hizmet sunulması. Aynı şekilde kutsalın tüketime dönüşmesiyle, dini değerlerin, sembollerin içinin boşaltılıp tüketim mantığı içerisinde tekrar sunulmasını anlatmaya çalışıyoruz.
Bir yandan dini uyanış ve semboller yaygınlaşıyor bir yandan da bazılarının “dinselin burjuvalaşması” dedikleri durum ortaya çıkıyor. Bu ikisinin kesişim noktasında “İslami moda” denilen bir olgu, kitlelere açılıyor. Şüphesiz kendilerince İslami kabul edilebilirlik ölçüleri içinde İslami burjuvaziyi yeni tüketim ve tecrübe ve heyecanlarına davet ediyor… Tüketim toplumun yaşayan dindar bir insanın hayatında ve düşünce dünyasında, ikisi arasındaki zıtlıklar, sanıldığı gibi basit değil, oldukça girift bir ilişki olarak ortaya çıkıyor. Kendilerini kulluk üzerinden tanımlamaya çalışan dindar insanlar, ister istemez diğer taraftan bilinçli veya bilinçsiz olarak markaların işaret değerlerini satın almak için yarışıyorlar… Maalesef benzeri tablolar, hac ve umre ibadetinin gerçekleştirilme süreçlerindeki gelişmeler ve yeni biçimler- de görülebiliyor; metalaşmanın ve tüketim toplumuna has alışkanlıklarının dini değerlere yansıması burada bile ortaya çıkabiliyor…
Buraya kadar olan düşünce akışı ve yazdığım cümlelerin çatısı, bana ait değil. Yukarıdaki düşünceler, İnönü Üniversitesi Din Sosyolojisi Araştırma Görevlisi Mücahid Pişkin’in, İnsan ve Toplum Dergisi’nde yayınlanmış, “Tüketim Toplumu’nda Din ve Dini Değerler: Lüks Hac ve Umre Örnek Olayı” başlıklı yazısından alınma. Kendisinden izin alamadığım ve değerli çalışmasını, özetlemeye çalıştığım sırada yaptığım müdahaleler nedeniyle inşallah kusuruma bakmaz. Mücahid Hocanın makalesi, medyada pervasızca ve hırçın bir biçimde tükettiğimizi sandığımız bir konunun akademide kaliteli bir biçimde ele alınış tarzına misal teşkil etmesi açısından önemli. Zaten çözüm de medyatik zihinlerin hırgürlerinden tepişmelerinden değil, kıymet bilip zayi etmezsek bu tür gayretlerden çıkacak. Umudum genç akademisyenlerde…
Kaynak: Yeni Şafak