Türkiye vardır!
Ak Parti hükümetleri süresince toplumumuz, her alanda büyük bir değişim yaşadı, yaşıyor. Bu değişimin ana yönünün ve genel hatlarının olumlu olduğunu düşünenlerdenim. Ama elbette herkes benim gibi düşünmüyor, düşünmek zorunda da değil. Çoğunlukta olmasalar da süreçte yaşananları onaylamayanlar da hayli yekûn teşkil ediyor.
Bürokratik oligarşinin etkisi kırılıyor. Karar verme mekanizmalarında, seçilmişler lehine büyük bir ağırlık oluşuyor. Yönetim hiyerarşisi, demokrasilerde olması gerektiği şekilde yeniden şekilleniyor. Resmi ideoloji, geriliyor ama boşalttığı alanda dev bir vakum oluşuyor. Demokratik bir anlayış ve tavır, henüz yerleşmedi. Bu vakum, toplumumuzda çok ciddi sarsıntılara yol açıyor. Zira örgütlü her sosyoloji, biraz da hoyratça, bu boşluğu doldurmaya yelteniyor. Hayatları boyunca resmi ideolojinin tesir alanında kalmış, onun vazettiklerini hiç düşünmeden doğru sanmış olanlarımız, “Eskiden ne iyiydi, alın görün yeni Türkiye’nizi!” diye düşünüyor, üzgün ve öfkeliler. Otomobillerinin arka camlarına tıpkı eski zamanlardaki “Huzur İslam’da” yazıları gibi, Cumhuriyetimizin kurucusunun imzasını yazdırıyorlar.
Ekonomideki değişimler, sadece Ak Parti’yi iktidara taşıyan icraatlar ile sınırlı değil. Hem en zenginler arasına az da olsa yenileri katılıyor, hem orta sınıflara katılan kesimin artışı toplumsal alana yansıyor. Yeni zengin mahalleleri, müdavimlerinin çoğunun Ak Partili olduğu yeni gözde mekânlar kuruluyor. Trafikte lüks otomobillerin içinde, önceleri pek de görmeye alışık olmadığımız sakallı, başörtülü insanlar arzı endam ediyorlar. Ak Parti hükümetleriyle birlikte, kurumların yönetimlerinde görülen değişikliklerden sonra, doğrudan doğruya ekonomik güçteki değişime gönderme yapan bu tür manzaralar da, değişimi anlayamayan, hele hele bu süreçten fayda yerine zarar görenleri iyice çileden çıkarıyor. Pek haksız sayılmazlar. Dün hiç beğenmedikleri, toplumun büyük alt-tabakasına ait diye etiketleri insanların şimdi mevki, makam ve güç sahibi olduklarını görmeye katlanmak o kadar da kolay olmasa gerek…
Kültürel alanda, medyada henüz öyle devasa denilebilecek değişim yok. Entelektüel iktidar hala eski zamanlardaki gibi. En iyi görüntüyü, en iyi sözü hala onlar üretiyorlar. Ama sarsılmaz görülen bu iktidar alanında da eski zamanların acınası (!) zayıf sınıflarından, geçmiş hallerine bakmadan, kendini bir şey sananların (!) zuhur etmesi, eski alışkanlıklarından kolay vazgeçemeyenler için tahammülfersa bir durum…
Süreci olumlu görmeyenlerde ıstırap meydana getiren başka değişim alanlarını anlatarak devam edebiliriz. Yeni anayasa ile taçlanmayan sürecin henüz tamamlanmayışının, mevcut yönetimdeki çift-başlılığın ortaya çıkardığı sorunlardan, örgütlü sosyolojilerle birlikte yol almanın en büyük komplikasyonu paralel yapının verdiği zararlardan, Alevi açılımının bir türlü hayata geçirilemeyişinden ve birçok başka şeyden söz edebiliriz. Sonuç olarak da “ülkemizde yaşanan büyük değişimi, onaylayanlar ve onaylamayanlar arasında ciddi gerilimler oluyor. Ama yeter ki birbirimize zarar vermeyelim ve siyasetin demokratik çözüm yolları ve kapıları açık kalsın. Tüm dertlerimiz hallolur, su akar yolunu bulur” deriz. Kendi adıma böyle diyorum ve özellikle 1 Kasım Seçimi sonrası yeni bir döneme girildiğini, toplumumuzun kendisini değişime hazırlamaya, yeni bir toplumsal merkez ve muhafazakârlık anlayışı oluşmaya başladığını gözlemliyorum. Bu gözlem ve analizlerimi de dilim döndükçe yazmaya gayret ediyorum.
Evet, farklılıklarımız, gerilimlerimiz, dertlerimiz, sıkıntılarımız anlaşılabilir. En nihayetinde birbirinin kıymetini bilen insanlardan müteşekkil toplumdaki ihtilafta hayır vardır. Bütün bunlar olabilir ama terör saldırıları karşısında her türlü farklılığımızı bir kenara bırakıp kenetlenmemek olmaz. Terör, toplumumuza, birliğimize, dirliğimize zarar verdiğinde dayanışmamak olmaz, “beter olsunlar, herkes bunların kötü bir yönetimlerini görüp anlasın” diye içten içe sevinerek el ovuşturmak hiç ama hiç olmaz. Böyle hal ve hareketler olursa, şehitlerimizin, teröre kurban verdiğimiz insanların aziz ruhlarını muazzep ettiğimiz gibi bir arada yaşamamızın bir anlamı kalmaz. Böyle zamanlarda aramızdaki farklılıkları, gerilimleri, öfkeyi hatta nefreti bir kenara bırakıp “Biz Türkiye’yiz”, “Türkiye vardır!” diye birlikte haykırmamız gerekir.
Biliyorum, yeminli bir Türkiye düşmanı kesim var. Kürtlerimizin hür ve eşit vatandaşlarımız olmasını değil, ayrı devlet kurmalarını isteyen, bu uğurda hendek savaşları ve terör dâhil her ne yapılırsa yapılsın meşru gören ve dahi İslam dini adına ne varsa nefret eden ve seküler yaşam için tüm İslam karşıtlarıyla ittifak edebilecek bir kesim… Onlarla işimiz yok!
Kaynak: Yeni Şafak