‘Uyandım ben ıpıssız bir tokatla’: Yalnızlık
Bir gün bizim de kalemimizin yalnızlık mevzuuna uğrayacağı kesindi. Değil mi ki, günümüz varoluşçuluğunun üstatlarından Irvin Yalom, yalnızlığı, “ölüm”, “özgürlük” ve “anlamsızlık” ile birlikte insanın temel açmazları arasında sayıyordu, bize de bizim buralarda, Müslüman diyarlarda bu konuya nasıl bakıldığı hakkında birkaç kelam etmek düşerdi. Ancak yalnızlık meselesinin burada o kadar aciliyet kesbetmediğini düşünerek beklemeye almıştım. Ama artık konuşmasak olmayacak. 50 yıldır giderek artan bir yalnızlık literatürü var Batı’da. Yalom, 1980’de “yakınlaşmayı destekleyen kurumlardaki – geniş aile, komşuluk, kilise, yerli dükkânlar, aile doktoru- azalma, en azından Birleşik Devletler’de kişilerarası yabancılaşmayı, yalnızlığı karşı konulmaz biçimde arttırmıştır” diyordu. Sorun giderek o kadar çok büyüdü ki, özellikle ABD’de yalnızlık sızlanmaları arşı alaya ulaştı. Psikolojiyle hatta tıpla ilgili hemen her yayında yalnızlıkla sorunu hakkında bir yazıya rastlanıyor. Yalnızlık, halk sağlığının en büyük tehdidi olacak kadar yaygın bir hal aldı deniyor.
Müsaade ederseniz yalnızlık konusunda mülahazalara girişmeden önce Batı’da bilim çevrelerinde yalnızlıkla ilgili konuşulanlardan bir potpuri sunmak istiyorum.
Yalnızlık, giderek büyümekte, salgın halini almakta olan sağlık problemi… Her ne kadar iletişim teknolojisi açısından çok ilerilerde olsak da 1980’den bu yana yalnız hissetme oranı iki kat arttı. ABD’de nüfusunun %40’ı “yalnızım” diyor ve araştırmalar, bu sayının daha da artacağını bildiriyor. Aynı şekilde “yakın sırdaşım var” diyenlerin sayısı da geçmiş on yıllara göre giderek düşüyor. Yalnızlık her alanda kendisini gösteren bir sorun. Mesela işyerlerinde birçok firma sahibi ve yöneticilerinin yarısı, bulundukları konum itibariyle yalnız olmaktan yakınıyorlar.
Yalnızlığın böylesine artması, çeşitli nedenlerle çok sık yer değiştirmeye, aile ve arkadaş çevresinden uzaklaşmaya bağlanıyor. Yani Yalom’un 40 yıl önce saydığı yalnızlık nedenleri tekrar ediliyor ama onlarla yetinilmiyor, yeni teknolojilerin insanın iş ve gündelik hayatında yaptığı değişikliklere de vurgu yapılıyor. Yeni teknolojiler, insanların internetten, evden çalışabilmeleri gibi esneklikler getirdi ama bunu yaparken insanların birebir iletişimde olmalarını da engelledi. Sosyal medyalara artan bağımlılığımız, bizi bir yandan daha çok insanla bağlantılı yaparken bir yandan da gerçek hayatta daha bağlantısız kıldı. Kaldı ki ofiste çalışanlar açısından da insan iletişiminin artık eskisi gibi değil. Herkes bilgisayarına yapışıp kalmış durumda, başını kaldırıp insani ilişkilere yönelemiyor. Ortalama olarak bakıldığında iş arkadaşlarıyla geçirilen zamanın aileyle geçirilenden daha fazla olmasına rağmen, işyerlerinde insanlar birbirlerinden habersiz. Aynı yerde dip dibe çalışanlar, yanındaki arkadaşının nelere ilgi duyduklarını dahi bilmiyorlar. ..
İşyerlerinde çalışanların birbirleriyle etkileşimde bulunmalarını, kaynaşmalarını sağlamak, dolayısıyla verimliliğe katkıda bulunmak için tasarlanmış aktivitelerin de istenilen sonucu vermediği, insanlar arası ilişkilerin ve iletişimin artmasını sağlayamadığı düşünülüyor.
Sadece iş yerlerinde değil üniversite kampuslarında da yalnızlık hükmünü icra ediyor. Eskisiyle kıyaslanmayacak kadar çok insanla irtibatta olunduğundan ama öğrencilerin duygusal, derin, anlamlı, güvenilir, samimi ve kalıcı bağlardan yoksun olduğundan yakınıyor hocalar. Yeni iletişim teknolojilerine bağımlılığın gençleri hem daha yalnız hale ittiğinden hem de sahici yalnızlığın tadına varmalarını engellediğinden, daha depresif ve kaygılı yaptığından bahsediyorlar.
Yalnızlığın birçok olumsuz yan etkisi var diyor Batılı yayınlar ve her fırsatta şu tür ifadeler kullanıyorlar: Azalmış sosyal iletişim, yaşam beklentisini düşürür, sanki günde 15 sigara içiyormuşuz gibi bir etki yapar. Öyle ki, yalnızlığın sağlık üzerine olumsuz etkisi, obeziteden bile fazla olabilir. Yalnızlık, iş yerinde verimi düşürmenin, yaratıcılığı sınırlamanın, karar alma ve düşünme süreçlerini olumsuz yönde etkilemenin yanı sıra kalp rahatsızlığını, bunamayı, depresyon ve kaygı bozukluğunu tetikleyici bir etkiye de sahiptir.
Dikkat ederseniz sadece olağan gündelik yaşamda olup biten karşımıza çıkan yalnızlıktan bahsediyorum henüz. Daha yaşlılara, işsizlere, dezavantajlı kesimlere, hastalara, akıl sağlığı bozuk olanlara, alkol ve madde bağımlılarına gelmedik bile. Tahmin edileceği üzere o alanlarda yalnızlık, kol geziyor; sosyal hizmet uzmanlarının, diğer ilgililerin, sivil toplum kuruluşlarının çabaları çoğu zaman sonuçsuz kalıyor.
Evet, kimilerinin hoşuna gitmeyebilir ama aile bağları alanında olduğu gibi yalnızlık hissiyatı, insanın kendisini isteği hilafına toplumdan, diğer insanlardan uzak hissetmesi açısından Batı’dan tartışılmayacak kadar iyi durumdayız. Bunu bir kenara not edelim ve buradan yürüyelim.
Kaynak: Yeni Şafak