Yalnızlık zamanında aşk
Yalnızlık konuşurken, günümüz toplumunda ailenin durumu ve ilişkilerimiz hakkında psikanalist Paul Verhaeghe’nin “Yalnızlık Zamanında Aşk” (Encore Yayınları, 2003, Çeviri: E. C. Ertem, M. Öznur) kitabındaki saptamaları, es geçilecek türden değil. Özetleyerek aktaralım.
Yaşadığımız dünyada, özgürlükçü gibi görünen, politik ve ideolojik totaliterliğe karşı olduğunu söyleyen bir söylem ağı hâkim. Oysa özgürlük sadece görünüşte, gerçekte insanlık tarihi bu kadar totaliter bir sistem görmedi. Dünyadaki herkese, mütemadiyen gündelik hayatlarında dışına çıkamayacakları normlar ve kurallar empoze ediliyor. Reklamcılık ve medyanın mesajlarında, çıkardan başka bir amaç gözetmeyen “big brother”ın gölgesi hissediliyor. Ortada, kadın erkek ilişkisi alanı da dâhil olmak üzere, her gün yenilenen şahane ürünler ve yeni ihtimaller var ama nedense bu tüketim cennetinde haz eskisinden daha az. Zira arzu, tüketim obje fazlalığıyla öldürülüyor.
Geçen yüzyılda ailenin özünü oluşturan bütün fonksiyonlar şimdi onun dışına çıktı. Çocuk, günümüzde neredeyse tamamen ailenin dışında büyütülüyor. Zaten evde birlikte bulunulan birkaç saatin büyük bölümü de televizyon önünde ve akıllı aygıtlar karşısında geçiriliyor. Geçmişte yaşlı ve hastalara da evde bakılırken ve bundan dolayı nesiller arasındaki farklılıkları kıyaslama imkânı varken bugün bu fonksiyon ve fark yok oldu. Reklamlarda anne ve kızın, iki kız kardeş olarak gösterildiği, hastalığın olmadığı ve sonsuz gençliğin bulunduğu evrensel bir mit var. Ailenin yok olduğunu gösteren temel işaretlerden birisi de artık insanların evde birlikte yemek yememeleri. Artan biçimde insanlar, televizyon karşısında yemek yiyor ve aile fertlerinin birbirleriyle en çok karşılaştıkları nokta buzdolabı, mikrodalga ve televizyon arasındaki yatay çizgide yer alıyor. Bütün bu değişikliklerin temelini oluşturan asli değişim, otoritenin fonksiyonuyla ilgili. Baba tarafından simgelenen otorite ortadan kalkmış, bunun yerine otoriteyle asla aynı şey demek olmayan güç empozesi almış durumda. Bunlara bir de boşanmaları ve tek-ebeveynli ailelere ilişkin istatistikleri ekleyin!
Devam ediyor: Öncekinden köklü bir biçimde farklı bir dünyada yaşıyoruz. Bugünün ailesi geçmişten o kadar farklı ki, ikisinin aynı şey olup olmadığını sorabiliriz. Artık “egokrasi” ve “egoloji” çağındayız. Bunun somut ifadesi bizzat evlerin mimari yapısında görülüyor. Ödeme gücüne sahip olan herkesin kendi odasının bulunması bundan iki nesil önce akla gelmeyecek bir şeydi. Sadece internete bağlanmanın yeterli olduğu, kapısının ardına dek kapalı tutulabileceği odalar… Ebeveynin önemi eskiye göre çok azaldı. Doğumdan itibaren olağanüstü hızla değişen dadılar, çocuk bakıcıları, öğretmenler, annenin en son sevgilisi, babanın en son sevgilisi ve yeni komşular seriler… Çocukların önlerindeki ekranlar sanal olanın hakiki olandan daha gerçek olduğunu ispatlamak için bitimsiz sayıda resimlemeler üretip duruyor. Kişilik artık eskisinden bambaşka bir ortam şekilleniyor. Gerek gerçek gerek sanal, çok sayıda özdeşim nesnesi giriyor çocuğun hayatına ve iç dünyasına.
Genç insan, ne kadar çok bölünmüş hale gelirse o kadar çok özdeşleşme arayışına giriyor, o yüzden olmadık ünlü kişilerin fanatiği ya da belirli bir giyim markası tutkunu olabiliyor. Bir türlü kendinden ve ilişkisinden emin olmaksızın yenilik arayıp duruyor. Merkezi özdeşleşme bulunmadığından, aynı yaş ve statüde olan akran gruplarının önemi giderek artıyor. Bu gruplar yeni normlara kaynaklık teşkil ediyor, yeni bir klan yapısı ortaya çıkıyor. Kimliğin kaynak noktaları, çemberin sürekli hareketiyle patlamış, birbirinden kopmuş. Aynı anda birçok şey olabiliyor gençler; sörfçü, straitht-edger, hard rocker, new ager ve daha neler neler…
Güven kaynağına duyulan arzu, insanları her geçen gün biraz daha samimiyetten uzak, oyuncular haline getiriyor. Özne, dışarıdan gelen ve dolayısıyla yabancılaştırıcı olan birçok arzunun arasında bölünüp duruyor. Bu hal garanti sağlayacak birleştirici bir faktörün, ‘inanacak’ bir kimse ya da bir şey, koruyucu alan olan bir ötekinin aranmasına sebep oluyor, fanatikleşme eğilimi artıyor. Siyaseten, ideolojik olarak, hobi düzeyinde neye yakınlık duyuyorsa ona yapışıp kalıyor, orada kalabilmek için saldırmaya hazır halde bekliyor. Her şeyi bilen ve bu bilgiyi bir kehanetçesine bildiren ve en ufak içsel şüpheye sahip olmayan, kendine aşırı güven hissi içinde bulunan paranoid kişiliklere gün doğuyor, zira etraflarında birçok hayran birikiyor. İnsanlar aradıkları kesinlik hissinin, her şeyi bildiğini iddia eden paranoid tiplerde olduğunu sanıyor.
Sahip oldukları kitleyi sözüm ona kötü dış dünyadan koruyan ve onu sıkıca muhafaza eden genellikle patetik, küçük patriarklarla dolu çevremiz…
Kaynak: Yeni Şafak