Yine sözüm sana ey ebeveyn!
Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’a suikast düzenleyen saldırgan, Ankara Çevik Kuvvet’te görevli polis memuru Mevlüt Mert Altıntaş. 1994 yılında Aydın Söke’de doğan Altıntaş, 2014’te İzmir Rüştü Ünsal Polis Okulu mezunu. Aydın Söke Özel Körfez Dershanesi’nin öğrencisi. 4 Ekim’de açığa alınmış, 14 Ekim’de göreve iade edilmiş.
Saldırıdan hemen sonraki saatlerde öğrendiğimiz bu bilgiler, alçak intihar eylemcisinin, spritüel cinnet teşkilatı FETÖ’nün üyesi olduğunu kanıtlamak için yeterli. Şüphesiz güvenlik ve hukuk, örgütsel bağlantıları ortaya koymak için daha berrak bağlantılar peşinde olacaktır, olmalıdır. Kanıtlar bulundukça FETÖ’ye ABD ve AB’de kol kanat gerenlerinin gözlerine sokulmalı. Ama biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için fail, daha suikasti duyduğumuz, caninin tipini gördüğümüz andan itibaren belli. Nasıl Dolmabahçe ve Kayseri saldırılarını etnik terör örgütüne bağlı canlı bombaların yaptığından eminsek, Büyükelçiyi öldüren caninin de FETÖ bağlantılı olduğunu adımız gibi biliyoruz. Bu ülkede, böyle bir eylemi, Mesih sandığı örgüt liderine hizmet etmenin birinci vazifesi olduğuna inanan, örgütünün şahsi manevisinin mehdiyetle zırhlandığını düşünen bir şakird yapabilir ancak. O yüzden hemen sadede gelme, başımıza gelen bu belanın mahiyetini ve ne yapmamız gerektiğini konuşmak durumundayız.
Defalarca söyledik, dilimizde tüy bitene kadar da söyleyeceğiz. Ülkemiz dünyanın en acımasız etnik ve spritüel iki terör örgütüyle mücadele ediyor. Bunların uluslar arası bağlantıları ve emellerine ulaşmak için herkes tarafından kullanılmaya ziyadesiyle müsait oluşları bir tarafa, canlı bombacılar, intihar eylemcileri çıkartmaya elverişli bünyeleri, tehlikelerini arttırıyor. Canlı bomba ve intihar eylemcileri çıkartabiliyorlar çünkü birçok başka nedeninin yanı sıra ellerinde davranışlarını istedikleri şekle sokabilecekleri genç fidanlar var.
Davranışçı psikolojinin kurucusu John B. Watson’ın “Bana rastgele bir bebek verin, soyu-sopu, yetenekleri, eğilimleri, becerileri, vs. ne olursa olsun, ondan istediğim şeyi yaratayım: Bir doktor, avukat, tüccar, hatta bir hırsız, bir katil!” sözü, davranışlarımızın gelişiminde yetiştiğimiz çevrenin önemini ifade edebilmek için sıkça alıntılanır. Watson’a da ekolüne de pek itibar etmem, bu sözünü de hayli abartılı bulurum ama yetiştiğimiz çevrenin kişilik ve özellikle kimlik gelişimimizde çok ama çok önemli olduğu kesin. Ülkemizdeki canlı bomba ve intihar eylemcisi vakalarını anlayabilmek için “yetişilen çevre” kavramına dikkat kesilmemiz gerekli. Çok şükür, genel yaşam kültürümüzde böyle canilikler asla tasvip görmüyor. Ailelerimiz, okullarımız karınca kararınca “vatana millete hayırlı evlat yetiştirme” ideali için çabalıyorlar. Ama durum, bundan ibaret değil, bir de hainlerin yaptıkları var.
Epey bir zamandır gerek etnik gerek spritüel terör örgütünün uzun yıllardan beri faal olduklarından bahisle, bu örgütlerin artık içinde çocuklar yetişen ailelere sahip bulunduğu ya da ergenlik yıllarından itibaren bu örgütlerin ellerine çocuklar verildiği gerçeklerini gündeme getirmeye çalışıyorum. “Örgüt içinde kimliklenmek” kavramıyla, çocukluğunu ve/veya gençliğini örgüt içinde geçirdiği için kimliği örgüt merkezli olarak, örgüt içinde şekillenenleri anlatmaya gayret ediyorum. Bu kadar büyük ve etkili, terörü yöntem olarak benimsemiş etnik ve spritüel örgütler, bizde olunca, “örgüt içinde kimliklenenler” de en çok bizim derdimiz olarak karşımıza çıkıyor…
Kimlik deyip geçilmemeli. Kimliğimiz, bizim ruhsal derimiz. Cildimizin bedenimizi bir bütünlük içinde tutması gibi, kimliğimiz de psikolojimizi sarıp sarmalıyor. Kolektif kimliğin aslını teşkil eden olan etnik, milli, dini unsurları, o yüzden canımız kadar aziz biliyor, onlar için kendimizi feda etmeye hazır hissediyoruz. Bizim vatanımız, milletimiz, dinimiz için hissettiklerimizi örgüt içinde kimliklenenler, sadece örgütleri ve liderleri için hissediyorlar. Bu nedenle canlı bomba, intihar eylemcisi oluyorlar.
Başımıza gelen musibetten çıkaracağımız iki ders var, ikisi de yetkililer kadar ebeveyni de ilgilendiriyor. Birincisi, bundan böyle asla çocuklarımızı ve ergenlerimizi ne idüğü belirsiz kimselerin ellerine bırakmamamız lazım geldiği. İkinci ise hata edip çocuklarının örgüt içinde kimliklenmesine vesile olan ebeveynin, ailelerin artık onları bu yoldan döndürmek için harekete geçmeleri. Örgüt içinde kimliklenenlerin yollarından dönmeleri, eylemlere başvurmamaları için sadece yetkililerin çabası yeterli olamaz. Çocuklarını ne zaman, kimlere verdiklerini ve şimdi çocuklarının hallerini en iyi ebeveyn ve aileler bilir!
Kaynak: Yeni Şafak