‘Zihin denetimi’ (mind control) nereye kadar?
Herkesin herkese şüpheyle baktığı bir gündem; bir üst-aklın mütemadiyen bizi denetlediği, şu veya bu yolla davranışlarımızı kontrol ettiğine yönelik teoriler gırla gidiyor. Biz de belki işe yarar umuduyla, 20 yıl önceki bir yazımızı yeniden yayınlıyoruz.
İstihbarat örgütlerinin ve gücü elinde bulunduranların iktidar savaşı için neler yaptıkları ve neler yapabilecekleri hep kafaları meşgul etmiş; hayal ve gerçeğin çoğu kez iç içe olması nedeniyle yaratıcılığı alabildiğine kışkırtan bu meşguliyet, birçok roman ve filme esin kaynağı olmuştur. Özellikle enformasyon ve tıp teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte, önceleri daha çok istihbarat örgütlerinin birbirlerine karşı mücadeleleri ana tema olarak kullanılırken, bugün yönetilen bireylerin, grupların ve hatta büyük kitlelerin nasıl denetim altında tutuldukları konusu yani “zihin denetimi” sorunsallaşmaya başlamıştır.
“Zihin denetimi”, bir kişinin veya insan grubunun davranışını kontrol etmek veya değiştirmek için, örtülü ve inkarı mümkün bir şekilde mağdur(lar)a, isteği ve bilgisi dışında uygulanan tüm yöntemlere verilen addır. Güç ilişkileri ve tahakküm etmenin yolları; açık toplumdan, demokrasi ve özgürlüklerden yana olan tüm düşünürlerin derdidir. Geçmişte “ideoloji teorisi” çok büyük bir literatür oluşturmuşken, günümüzde özellikle Nietzsche ve Michel Foucault’u izleyen postmodern siyaset teorisyenleri dikkatlerini daha ziyade iktidar-kitle psikolojisi ilişkileri üzerinde yoğunlaştırmıştır. Haklar ve özgürlüklerin bayraklaştırıldığı bir dünyada bu anlaşılabilir bir durumdur; özgür bir dünya ancak zihin denetiminin ve bu denetimi yaptığı söylenen güç odaklarının söz konusu olmadığı, insanların kendi kaderlerini kendilerinin belirlediği bir ortamda mümkündür.
Fakat, düşmanlık ve tehdit, başkasının nasıl davranacağını ve zihninden neler geçirdiğini bilme arzusu, evrensel insanlık halleri olmakla beraber ruhsal rahatsızlıkların yeşerdiği fideliklerdir de aynı zamanda. “Başkalarının her şeyi denetlediği” ve/veya “zihinlerin okunabildiği” şeklindeki fikirler ciddi ruhsal rahatsızlıkların sinyalleridir. Bu nedenle “zihin denetimi” konusunda düşünce geliştirmek, bir bakıma, altında ruhsal rahatsızlıkların kaynar kazanının bulunduğu bir sırat köprüsünde yürümek gibidir; insan düşmandan korunmak isterken bir anda kendisini ruhsal rahatsızlığın pençesinde bulabilir. “Zihin denetimi” başlığıyla internette bir arama yapıldığında, karşımıza çıkan devasa veri sıradan yurttaşı hayrete düşürebilir; fakat deneyimli bir ruh sağlığı profesyonelinin hayretini celbeden esas nokta, bu bilgi yığını içindeki paranoid malzeme bolluğudur.
“Zihin denetimi”: İnsanlığın sırat köprüsü
“Zihin denetimi”nin birçok yönteminden bahsedilmektedir. Oldukça marjinal olan, “mümkün ama gayri-varid” olmak şeklindeki paranoid düşünme biçiminin tüm özelliklerini gösteren bazı yöntem iddialarını bir kenara bırakacak olursak, bu yöntemleri şöyle sınıflandırabiliriz:
- Cadde tiyatrosu (street theatre): Ülkemizdeki bir televizyon kanalında gösterilen “Şakacı” adlı programda izlenen yönteme benzemektedir. Sosyal psikolojideki “itaat deneyleri”nin sonuçlarından da yararlanarak, sokaktaki insanın davranışlarını, onun haberi olmadan bir senaryo doğrultusunda değiştirmeyi amaçlamaktadır.
- Gözetime dayalı verilerle yönlendirme (surveillance information): Bu yöntemi de yine ülkemizdeki ve dünyadaki televizyon kanallarında gösterilen “Biri Bizi Gözetliyor” programına benzetebiliriz. Bu yöntemle amaç; kişinin – bedenine ondan habersiz yerleştirilmiş olanlar da dahil olmak üzere – her türlü gözetim aygıtı aracılığıyla, davranışlarını kaydeden bir geri-bildirim seti oluşturmak ve buna telefon dinleme, elektronik postalarını okuma, telefon ve elektronik posta tacizleri, dedikodu çıkarma ve medyada yalan haber yayma tekniklerini de ilave ederek o kişinin davranışını belli bir yöne doğru yönlendirmektir.
Gerçekten de, güç odaklarının bunlara ne kadar başvurdukları bilinmemekle birlikte, bu iki yöntem “zihin denetimi” adı verilen olguya uymaktadır; zaten televizyon programlarına konu olması bile uygulanabilirliğinin mümkünlüğünü göstermektedir. Ama diğer yöntemler için bu sözler aynı kolaylıkla söylenemez.
- Hipnoz ve ilaçlar: Biraz sonra “zihin denetimi”nin imkanlarını örneklemek amacıyla daha ayrıntılı ele alacağımız bu yöntemlerin kökeni Nazi Almanyası’ndaki doktor Mengele’nin uyguladığı tekniklere ve bir ajanının deneme sırasında ölmesiyle gün yüzüne çıkan CIA’nın LSD çalışmalarına bağlanmakla birlikte, aslında çok daha eskilere dayanmaktadır. İnsanlar, karşısındaki insanın ne düşündüğünü bilmeyi, başkalarının davranışlarını bütünüyle denetleyebilecek bir güce sahip olmayı her zaman istemiştir. Ancak böyle bir fırsat sadece masallarda yakalanabilmiştir. Hipnozla ilgili olarak kamuoyunun çok yanlış bilgilere sahip olması, bu kör inancı körüklemiştir. Oysa hipnoz; uyanıklığa benzeyen, kişinin imajinasyonuna odaklanılan, bilincin bir konsantrasyon halinden başka bir şey değildir. Hipnoza yatkınlık, kişiden kişiye değişir; belli bir kişiliğe ve karakter zayıflığına bağlanamaz. Hipnoz altında kişinin isteği dışında, benlik bütünlüğünü parçalayıcı bir girişim yaptırılamaz. Telkine yatkınlık, hipnozla ortaya çıkan bir durum değil, hipnoz öncesinde zaten var olan hipnoza yatkınlığın bir işaretidir… Birazdan daha ayrıntılı olarak ele alacağımız gibi bugünkü bilgilerimiz ışığında, kişiyi boyun eğdirici ve her türlü telkine açık hale getirici herhangi bir madde yoktur.
- Beyin yıkama: Özellikle Güneydoğu Asya ülkelerinde ve Soğuk Savaş sırasında SSCB tarafından uygulanan, belli işkence ve zor işlemlerinden sonra kişiyi ideolojik bir robot haline getirdiği söylenen bu teknikle ilgili elimizde hiçbir veri yoktur. Değişik travmatik yöntemlerle kişiliğin ağır tahribata uğratılabileceği mevcut tıbbi bilgi tarafından da desteklenebilir ancak “robotlaştırma” bugünkü tıbbi ve psikolojik bilgilerimiz ışığında imkansız görünmektedir.
- Mikrodalga kalabalık kontrol silahı: Ne olduğunu kimse bilmemesine rağmen, “zihin denetimi” bahsinde en çok adı geçen ve medyada “atom bombasından sonraki en büyük keşif” diye sansasyonel biçimde sunulan bu silahın kitle gösterilerini kansız biçimde bastırmak amacıyla geliştirildiği ileri sürülmektedir. “Zihin denetimi” bahsinde böyle bir silahın yer almasının nedeni; bu silahla saldırıya maruz kalmasına rağmen mağdurların bunu bilmemesidir. Bu silahla ilgili bilgimiz de şimdilik spekülasyon olmaktan öte gidememektedir.
Bu yazıda, “zihin denetimi” konusundaki felsefi tartışmaları bir kenara bırakarak ve zihin denetimi yoluyla “devletin, yönetilenlere karşı düşük yoğunluklu bir savaş sürdürdüğü ve sıradan insanları bir jenositle yok etmeye hazırlandığı”, “psikiyatrinin aslında zihin denetimi mağduru olan insanları ruhsal hastalık etiketiyle kapatmayı sağlayan düzenin bir denetim aracı olduğu”, “ilaç tekellerinin ilaç pazarlayabilmek için insanları delirtmek üzere zihin denetimi yaptığı” gibi çoğu zaman psikopatolojiyle yoğrulmuş marjinal tezleri de görmezden gelerek “zihin denetimi”nin ne ölçüde mümkün olduğunu haftalık popüler bir dergide çıkmış bir yazı dolayısıyla tartışmaya çalışacağız.
CIA sorgusunda “tecavüz hapı” mı?
Popüler bir haftalık dergimiz olan Aktüel Dergisi “CIA, yalan söylemeyi engelleyen şaman bitkisini özel sorgularda kullanıyor” alt-başlığıyla, “Burundanga” adlı Güney Amerika’da yetişen borrachero ağacının yaprakları ve tohumlarından elde edilen bir maddeyi kapak yaptı (Almaç, 2002). İçerideyse inanılmaz cümleler yer alıyordu: “Borrachero, çok büyük dikenli, sonbaharda pembe çiçekler açan güzel bir ağaç. Halk arasındaki adı Sarhoş Ağacı. Ama bu ağaçtan elde edilen tozun etkisi ağaç kadar güzel değil. Burundanga’yı yuttuğunuzda ya da soluduğunuzda etkisi geçene kadar sizden istenen her şeyi yapıyorsunuz. Üstelik geçici hafıza kaybına uğradığınızdan daha sonra da ne yaptığınızı hatırlamıyorsunuz. Çünkü içindeki Scopolamine maddesi, kullananı bir nevi kimyasal hipnoza sokuyor. Bu özellikleriyle de Rohypnol ve GHB (Gamma Hydroxybutyric Asit) ile birlikte ‘tecavüz ilaçları’ kategorisine de giriyor… CIA’ın 50’li yıllardan beri uyuşturucuların zihin kontrolü üzerindeki etkilerini araştırdığı biliniyor. Hatta bunun için ‘MKUltra’ isimli bir alt-birimi bile var. Kaynaklar bu birimin özellikle 1970’li yıllarda binlerce çocuk ve yetişkin insan üzerinde çeşitli ‘madde’ deneyleri yaptığını gösteriyor…”
İnsan psikolojisini etkileyen ilaçlarla ilgili bilgi sahibi olan bir profesyonel olarak inanamıyorsunuz duyduklarınıza! Acaba tıp ve eczacılık bilimlerinde okutulanlar dışında, bir başka “psikofarmakoloji” mi var? Kitaplarınızdan scopolamine’le ilgili bilgilere bakıyorsunuz ya da psikofarmakolojik ilaçların etkilerine göre sınıflandırılma biçimlerine, hiçbir şekilde bu yukarıdakileri doğrulayacak bilgilere rastlamıyorsunuz. Haydi dini, imanı para olan liberal dünyanın istekleri adına, bir medyatik çarpıtma hakkı verelim; zihinsel işlevlerde yavaşlık ve kargaşa yaratan, sersemlik, uyku ve kas gevşetici etki yapan ve suistimal için bağımlılar tarafından kullanılmakla birlikte hali hazırda tıbbi kullanımı da olan “sedatif-hipnotik” gruptan ilaçlara “tecavüz ilacı” denmesine ses etmeyelim. Bu ilaçların bellek sistemi üzerine etkileri, hatta çok ender olmakla birlikte “bunama” gibi tüm bilişsel sistemi yıkan yan etkileri nedeniyle yol açabilecekleri medyatik çarpık yankılara da katlanalım. Ama bir ilaç ya da maddenin insanda boyun eğici, itaatkar (submissive) bir davranışa yol açtığı, onu aldığınızda telkine yatkın bir hale gelerek karşınızdakinin her dediğini yaptığınızı ve sonra da hiçbir şey hatırlamadığınızı kabul etmemizi istemek ve kamuoyunda böylesi bir bilginin yayılmasına katkıda bulunmak… Bu kadarı da fazla.
Gerçekten de Güney Amerika’da popüler olarak “burundanga” adıyla bilinen, anavatanı Güney Amerika olmakla birlikte dünyanın birçok yerinde yetişen Daturo veya Brugmansio adlı bitki türlerinden elde edilen, sömürge döneminde daha çok uykusuzluk için kullanıldığı yazılan, 1950’lerden sonra Kolombiya’da suç amaçlı kullanımı rapor edilen bir madde vardır. Zaten “burundanga” adı da ilk kez 1950’lerde bir Afro-Küban şarkının sözlerinde duyuluyor; İspanyolca ve Karibbeanca’da olmayan bu kelimenin niye bu maddeye isim olarak verildiğini kimse bilmiyor. Nazi sorgulamalarında da Mengele tarafından, “hakikat serumu” adı altında “burundanga” kullanıldığı yolunda bir tevatür de kitaplarda yer alıyor. Özelikle Kolombiya’da burundanga’nın yerli halk tarafından yaygın olarak kullanıldığı ve Scopolamine içeren bu maddeyi alanların, kullandıkları doza göre, antikolinerjik etkiler nedeniyle (göz bebeklerinde büyüme, çarpıntı, görme bulanıklığı, idrar tutukluğu, dengesizlik, deride kızarma, unutkanlık ve yüksek dozlarda ağır ruhsal rahatsızlık işaretleri ve ölüm) hastanelerin acil servislerine başvurdukları biliniyor. Bilinen bir başka şey de 1980’lerden beri “burundanga”nın daha ziyade psikiyatrik tedavide kullanılan benzodiazepin ve fenotiazin grubundan ilaçlarla birlikte kullanıldığı ve “yeni burundanga” adıyla anıldığı…
Burundanga’nın “boyun eğici” bir tutuma yol açtığı şeklindeki etkisini bilimsel literatürde çok az makale tartışıyor. Bunların en iyi sunuşa sahip olanlarından birisi, Colombiano Nöropsikoloji Enstitüsü’nden Dr. Alfredo Ardila ve Carlos Moreno’nun 1991 yılında ”Brain and Cognition” Dergisi’nde yayınlanan yazısıdır. Yazarlar maddenin daha çok bellek sistemini geçici olarak tümüyle yıkan etkisi üzerinde duran yazısında, madde alımıyla birlikte yalnızca bir tanesinde belirgin bir “boyun eğici tutum” görülen üç vaka sunuyor ve vakaların hiçbirinde “burundanga”nın tek başına kullanılmadığını belirtiyorlar. Sunulan vakalardan yola çıkarak maddenin beyin üzerine etkisini spekülatif olarak tartışan ve sorunun karmaşık olduğunu kabul eden bu makale dışında “psikofarmakoloji”de “boyun eğici tutum”a yol açan bir madde ya da ilaç kategorisi yoktur. Psikofarmakolojide etkileri “hipnotik” olarak bilinen maddeler vardır ama bununla kastedilen hiçbir şekilde, “hipnoz” adının çağrıştırdığı “telkine yatkınlık” ve “boyun eğici tutum” değil, doğrudan doğruya “uyku yapıcı etki”dir… Ama bugün hipnozun uykuyla bir ilişkisi olmadığını biliyoruz. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, hipnozla ilgili bilimsel bilgilerimiz, bugün hipnozun bir uyku değil uyanıklık, zihnin konsantrasyon ve imgelemle ilgili bir boyutu olduğunu; hipnoz altındaki kimseye onun isteğine ve değer sistemine ters bir şey yaptırılamayacağını; “telkine yatkınlık”ın hipnozun sonucu değil zaten hipnoz edilebilirliği gösteren bir ön-işaret olduğunu ortaya koymuş durumdadır.
Ne var ki tıpkı ülkemizde “başkalarının ruhlarıyla yeniden dünyaya geldiklerini” söyleyenlerin yalnızca belli bir şehrimizde yoğunlaşması gibi, Kolombiya pop kültüründe, “burundanga” vazgeçilmez bir öğe haline gelmiştir. Başına olumsuz bir şey gelen, örneğin iki gün kaybolan ya da kaybolduğunun bilinmesinin iyi olacağını düşünen birisi, bunun kendisine zorla verilen “burundanga”dan olduğunu ileri sürüvermektedir.
Özetle söyleyecek olursak, bugünkü bilimsel bilgilerimiz insanın bilincini, bir başka bilincin istekleri doğrultusunda, tamamen değiştiren, boyun eğdiren ve her koşulda itaat ettiren bir maddenin, ilacın ya da “hipnoz” gibi bir tekniğin olmadığını göstermektedir. Eğer böyle bir madde olsaydı, etik sınırlar içinde kalmak koşuluyla bunu ilk uygulayan, tıbbi pratikte çok sık görülen “yeme ve konuşma reddi” gösteren hastalarına karşı modern tıbbın kendisi olurdu. Birisi boyun eğici tutumlar gösteriyorsa, bunun ille de ona verilen bir madde nedeniyle olması gerekmez, o insanın kişiliğinden uygulanan kötü muamelenin şiddetine kadar birçok etken devreye girmiş olabilir. Eğer birileri bu tür maddeleri kullanıyorsa, boyun eğici bir tutum beklentisi nedeniyle değil, bu maddelerin kesinlikle ortaya konmuş “unutkanlık” yapıcı etkileri nedeniyle kullanıyor olabilirler; sorgu sırasında yapılanları hatırlamasın diye…
İnsan böylesi şüphe ve entrika sınırlarında gezinirken, aklına bir “komplo teorisi” gelmeden de edemiyor: Bilimsel bilgiler böyleyken ve CIA’nin neler karıştırdığını kimsenin tam olarak bilmesine imkan yokken, ellerinde böyle “her şeyi söylettiren ve yaptıran bir madde” olduğu fikrinin yaygınlaşması, bir CIA numarası olmasın!
Şaka bir tarafa, gerçekten de “zihin denetimi” alanı, konuşan herkesin çok dikkatli olması gereken bir alan. Yönetimlerin ve güç odaklarının kitleleri etkilemek, bir toplum mühendisliği yapmak için nasıl girişimler yaptıklarını tam olarak bilmiyoruz. Ama bu onların gücü tümüyle ellerinde bulundurdukları ve her şeyi yapabilecekleri, zihinlerimizle bile oynayabilecekleri anlamına gelmez. Neler yapılabileceğini bilimsel düşüncenin sınırları içinde saptamamız mümkündür. Kaldı ki konuşulanlar da bir değerler sistemine bağlı olmak zorunda. İnsanlık ve ahlaki değerler gözetilmeden konuşulmaya başlandığında, işe yaramaz bir veri ve bilgi yığını karşımıza çıkmakta; insanların belli bir güç atfedilen odaklardan korkmasından ve kendi insani faaliyetlerinde, demokrasi ve özgürlük için mücadelelerinde kısıntıya gitmelerinden başka bir işe yaramamaktadır.
Kaynak: Stratejik Analiz, Mart 2002, 23:103-107