Alışmamamız gereken bir kavram: Solo Yaşam

Alışmamamız gereken bir kavram: Solo Yaşam

Modern zamanlarda yalnızlık hissinin ve korkusunun artacağı hakkında yıllardır birçok görüş öne sürülüyordu, ama ilk kez 1953’te sosyolog David Riesman, Batı toplumlarındaki görünümün “yalnız kalabalık” olarak formüle edilebileceğini söylemiş aynı adla bir kitap yazmıştı. Zymunt Bauman, 2011’de internet ve sosyal medyanın aslında görünenin aksine yalnızlık hissini daha da arttırdığını ifade edebilmek için Riesman’dan esinle “kalabalık yalnızlık” deyimine başvurmuştu.

Gerek “yalnız kalabalık” gerek TDK’nın 2024 yılının kelimesi seçtiği “kalabalık yalnızlık” kavramlarına odaklandığımızda, olumsuz bir durum olduğunu, bahsedilen halin olması gereken, doğal bir olgu olmadığının hissettirilmeye çalışıldığını sezeriz. Ancak son yıllarda ciddi bir bakış değişikliği gündeme geldi; yalnızlığın modernlikle birlikte artan bir sorun değil de modern yaşamın kabul edilmesi gereken bir görünümü olduğu şeklindeki görüş, akademide yerleşmeye başladı. Artık akademide “yalnızlık” değil de Alman asıllı ABD’li sosyolog Eric Klinenberg’in ileri sürdüğü “solo yaşam” kavramı tercih ediliyor. Bununla yalnız yaşama eğiliminin uygarlığın yeni bir aşaması, kabul edilmesi gereken yeni bir toplumsal gerçeklik olduğu öne sürülüyor. Yalnız yaşamayı öğretebilmek için, yalnızlığın can sıkıntısı ve depresyon gibi olumsuz yan etkilerinden korunabilmek için kurslar düzenleniyor. 

“Yalnızlık ve Umut” kitabımızda akademinin olağanlaştırmaya hatta meşrulaştırmaya çalıştığı bu paradigma değişikliğini vurgulamış ve şiddetle eleştirmiştik. Müsaade ederseniz oraya tekrar dönmek, niye “solo yaşam” kavramını sıradan bir şeymiş gibi kullanmamamız gerektiğini dile getirmek istiyorum.

ABD’de 1995 yılının yaz aylarında aşırı sıcaklardan evlerinde ölü bulunan ve günlerce kendilerinden haber alınamayan yoğun bir yaşlı nüfus olduğunu fark ettikten sonra konuyu irdelemeye karar veren sosyolog Eric Klinenberg, 2013 yılında solo yaşama gidişle ilgili kitabı yazdı. O tarihten sonra kavram, yeni bir hayat tarzı dalgasını simgelemek üzere akademi dünyasında hızla yayıldı.

Üsküdar Üniversitesi’nin “Psiko Hayat” dergisinin Kış 2018 nüshasında “solo yaşam” konusu ele alınıyor. Üniversitenin Sosyoloji bölümünün başkanı Prof. Dr. Abulfez Süleymanov, şunları söylüyor: “Yapılan araştırmalar, son 50 yılda dünyada, özellikle de gelişmiş batılı ülkelerde yalnız yaşayanların sayısının hızla arttığını, insanların artık mecburiyetten değil kendi tercihleri dolayısıyla yalnız yaşadıklarını ortaya koyuyor. Bazı Avrupa ülkelerinde yalnız yaşayanların oranı %60’ı buluyor. 2014’te yayınlanan Pew Raporu’na göre, bugünün genç yetişkinleri 50 yaşına geldiklerinde yaklaşık dörtte birinin hiç evlenmemiş olacağı tahmin ediliyor…”

Abulfez Süleymanov, solo yaşamın tercih edilmesinin sebepleri arasında ilk sırayı aşırı bireyciliğin aldığını söylüyor.  Ona göre rahatlığı, lüksü, ruhsal ve zihinsel açıdan benimsemiş, başka birisine tahammül etmek istemeyen yeniçağ insanı, birçok sorunla uğraşmak ve birine bağımlı kalmak yerine kendi başınalığı ve solo olmayı seçiyor: “Ekonomik anlamda bağımsız ve iyi kariyer sahibi olan bireylerin daha fazla sayıda solo yaşamı tercih ettikleri gözleniyor. Ekonomik refah düzeyinin daha yüksek olduğu İskandinav ülkelerinde yalnız yaşayanların oranının çok yüksek olması, bu argümana destek verir nitelikte. Burada kentleşmenin, özellikle metropol yaşamının etkisinin göz ardı edilmemesi gerekiyor. Kentli insan hızlı yaşam temposu ve geçim sıkıntısı nedeniyle zamanla yarışıyor. Boş zaman, insanın insana ayıracağı zaman son derece kısıtlı. Kentin kalabalığından stresinden yorgun düşen birey, yalnız kalmayı tercih edebiliyor.”

Abulfez Süleymanov Hoca, iletişim teknolojilerin beklenenin aksine yalnızlık duygusunu derinleştirdiği kanaatinde. “Bilgisayar, televizyon, cep telefonları gibi zaman öğüten aygıtların yanı sıra sosyal medyanın yaygın kullanımı, aldatıcı bir sosyal ilişki ağı görüntüsü, yalnız yaşamayı tetikliyor… İnsanlar, kalabalıklar içinde dijital ortam sayesinde solo kalabildiği gibi; tersine solo yaşam da yine dijital ortam sayesinde kendi kalabalığını yaratabiliyor.” Bu yüzden aynı evin içindeki bireyler bile birbirlerinden uzaklaşabiliyorlar. Sözüm ona gelişmiş ülkelerde yalnız yaşayan insanlar, hayatlarını paylaşacakları partner olarak yapay zekaya sahip insan görünümlü robotları tercih edebiliyor.

Hocanın solo yaşamı artıran faktörler arasında vurguladığı bir diğer husus ise, örnek aile modelinin, aile içinde güven ve sadakat duygusunun giderek azalması nedeniyle boşanma oranlarının ve evlilikten kaçınmanın artması… “Bunları gören insanlar birlikte yaşamının yükümlülüğünü üstlenmek istemiyorlar” diye düşünüyor.

Kapitalist tüketim toplumu da solo yaşamayı kesinlikle destekliyor. İnsanlar kendileri için ev açtıkça, hane sayısı arttıkça pek tabii olarak tüketim de atık üretimi de artıyor. Şirketlerin alttan alta çalışanlarından kendilerini ailelerine değil çalıştığı kuruma ait hissetmelerini teşvik etmeleri ve sürekli daha yüksek performans beklentisi içinde olmalarını da bir yere not etmek gerekiyor. “Bu sistemin çarkı haline gelmiş medyada da bu yaşam biçimini teşvik eden yeteri kadar malzeme göze çarpıyor. Geleneksel ve dijital medya platformlarında yayınlanan makalelerde, bu yaşam biçiminin olumlu toplumsal etkiler bağlamında ‘nimet’ olması hususunda görüşlere yer verildiği gözlenmekte. Reklamlarda bile bu trendi teşvik eden bir sürü söylemlerle karşılaşıyoruz. ‘Yalnız tatil yapmanın dayanılmaz keyfi’, ‘solo yaşamı tercih edenler için pop’, ‘Cozy’ ve ‘modern konseptinde stüdyo daireler’ vs. Yalnızlık trendini teşvik eden televizyon dizileri ise bu işin tuzu biberi olmuş durumda…”

Akademide solo yaşam lehine düşünceler, yalnızlığın kötü bir şey olarak hatalı biçimde kodlandığına ilişkin yayınlar olduğunu ve onun günümüzün doğal bir eğilimi olarak ele alınması gerektiğini dile getirenlerin giderek arttığını biliyoruz. Şüphesiz Abulfez Süleymanov onlardan değil. Solo yaşamın yaygınlaşması sonucu evliliklerin azalmasının nüfus kompozisyonunda, sosyal güvenlik sisteminde ciddi sorunları ve ahlaki erozyonları beraberinde getireceğini düşünüyor. Özellikle gençlerin yalnız yaşamayı bir ayrışma ve başarı hikâyesi olarak görmelerini çok tehlikeli buluyor. “Günümüzün yoğun nüfuslu ve sosyal hareketliliği yüksek toplumlarında gittikçe azalan sosyal ilişkiler, yerini resmi, soğuk ve çıkarcı ilişkilere bıraktıkça, yalnızlık algısının daha da artacağını tahmin edebiliriz. Bütün bunların sonucunda dağınık bireylerden oluşan, psikolojik, sosyal ve ekonomik külfetin altına girmekten kaçınan, sorumluluk duygusundan yoksun, paylaşmanın olmadığı bir toplumsal yapının oluşması tehlikesi çok yüksek” diyor. Yalnızlığın yaşlılıkta çok daha önemli olduğunu, gençken bir şekilde yalnızlık sorunlarıyla baş edebilen insanların yaşlanınca işlerinin çok daha zorlaştığını belirtiyor. Yalnız yaşayan yaşlılarda hastalık, bunama, intihar ve ölüm oranlarını artırdığını, bizim yaşlılarımızda da benzeri yalnızlık komplikasyonlarının görülmeye başladığını söylüyor.

Bu tespitlere karşı çıkmak gerçekten de zor. Modernleşmeyle yalnızlık at başı gidiyor. Türkiye’de de yalnız yaşayanların sayısında çarpıcı bir artış gözleniyor. Son istatistik verilerinden yapılan hesaplamalara göre, Türkiye’de yalnız yaşayanlar nüfusun % 4.3’ünü oluşturuyor. Tek kişilik hane halkı sayısı 2017’de 3 milyon 491 bin 148 olarak kayıtlara geçerken, toplam hane halkı içindeki oranı yıllar itibariyle artış göstererek %15.4’e ulaştı. Yani kaba bir hesapla, Türkiye’de her altı yedi evden birinde “yalnız” yaşanıyor. Bu oran 2016’da %14.9, 2015’te %14.4, 2014 yılında da %13.9 düzeyindeydi… Daha önce en çok 65 yaş üstü kişilerde gözlenen yalnız yaşama, giderek daha genç yaştakileri de içine almaya başladı. Neredeyse her ailede büyüyen genç kuşak daha lise çağında yalnız yaşamanın hayalini kuruyor. Özellikle evlilik çağında olan yaş grupları arasında bu trendin ağırlık kazanması gelecek adına endişe verici…” Abulfez Süleymanov ve ekibinin yürüttüğü araştırmada çıkan sonuçlar da yalnızlık sorunun giderek bizde de yükseldiğinin açık işaretlerini taşıyor.

Dünyada da ülkemizde durum böyle… Nasıl insan ömrü uzama, boşanmalar artma; evlenme isteği, doğurganlık oranları düşme eğilimindeyse, yalnız yaşama talebinin de artık bir yaşam stili olarak görülmesi de giderek yükseliyor. Bu olgunun lehinde ve aleyhinde birçok söz söylenebilir. Beni ise daha ziyade, modern zamanlar boyunca, değişik kılıklarda boy gösteren ama giderek şiddetlenen “aile karşıtlığı”yla bağlantısı ilgilendiriyor. Tek tek vakalar bağlamında ele alındığında farklılıklar görülebilir ama genel olarak bakıldığında “solo yaşam”ın “aile karşıtlığı”nın günümüzdeki tezahürlerinden birisi olduğunu düşünüyorum. “Aile ve Aşk Üzerine” kitabımda ayrıntılarıyla ele aldığım, “aile”nin insanın ontolojik bir gerçekliği olduğu şeklinde bir teze sahip olduğumdan bu duruma şiddetle itiraz ediyorum.

Doğru; sosyolojik bir görünüme açıktan savaş açılamaz, önce onun varlığını olgu olarak kabul etmek, ardından nedenler üzerine kafa yormak, durumun insanlık açısından vahametini tartışmak ve neler yapılması gerektiğiyle ilgili çareler üretmek gerekir.

Kaynak: Muhit Dergisi, Mart 2025

Son Videolar

Yükleniyor...

Galeri

Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.15 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.20 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.35 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.58 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.34 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.45.41