
Erol Göka, Kabına Sığmayan Bir Irmak

Muaz Ergü’nün dibace.net için kaleme aldığı Erol Göka portresi.
Erol Göka, her daim aktif, kıpır kıpır, onca yaşına rağmen içindeki çocuğu öldürmemiş… Kabına, yatağına sığmayan bir ırmak… Debisi yüksek… Tebessümden mütevellit bir çehre. Sürekli hareket halinde. Bir bakıyoruz hastane koridorlarında, kliniklerde, üniversite amfilerinde, konferans salonlarında, uzmanlık alanı ile alakalı komisyonlarda bir bakıyoruz kitapların satırları arasında, bilimsel dergilerde, televizyon ekranlarında, gazetelerde… Uzmanlık alanı psikiyatri olmasına rağmen bir alanda çakılıp kalmış bir akademisyen değil. İnsan psikolojisini, psikolojik bakışı bilmenin avantajlarını da kullanarak alabildiğine derin ve renkli bir yelpazenin içinden konuşur. Felsefe, sosyoloji, siyaset tarihi, teoloji, edebiyat… Zaten iyi bir hekim olmanın hekimlik eğitimi almanın yanında filoloji, edebiyat, ilahiyat ve tarih gibi alanlarda da bilgi sahibi olmayı gerektirdiğini belirtiyor. Alabildiğine derin ve renkli yelpaze dedik ama bu derinliğin ve renklerin içinde yitip gitmemiş. Ayaklarını bu topraklara basan ve bu toprakların dertlerini kendine dert edinen bir yapıya sahip. Daima güler yüzlü, mütebessim dedik ama ilgilendiği mevzuları ciddiyetle ele alıyor. Baştan savmacı bir tavrı yok. Ciddi ciddi tebessüm… Dalga geçmeyi eleştiri sananların safında değil. Aynı zamanda bir bilim olarak psikiyatrinin fildişi kulelerinde oturup teorik ahkâmlar keserek kendini var olandan soyutlamış değil. Bizatihi var olanın içinde; var olanı anlamlandırma ve anlatma kaygısıyla…
1959 Denizli doğumlu Erol Göka. Liseyi Aydın’da parasız yatılı okumuş. Eskilerin deyimiyle “Leyli Meccani”… Parasız yatılı deyince aklıma hemen Süleyman Çobanoğlu’nun “Kulplu Beygir” şiiri gelir. Çobanoğlu da parasız yatılı da okumuş. Parasız yatılı okumanın insana kazandırdığı birçok güzel şey yanında hasreti, özlemi, yalnızlığı derinden yaşamak da var. Duyarlılaşmak… İnce, yoğun, derin düşünmek… İçe yönelmek… İçi tanımak, içselleşmek… Hoca üniversitenin dördüncü sınıfında Dostoyevski ve Freud’un bütün kitaplarını okuyor. 1983’de Tıbbiyeyi bitirerek tıp doktoru, 1989’da “Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı” oluyor. 1992 yılında doçent olan Göka, 2010 yılında profesör olarak Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalına atanıyor. Burada akademik görevini bir süre devam ettiriyor. Şu an Sağlık Bilimleri Üniversitesi Gülhane Tıp Fakültesi Ankara Şehir Hastanesi’nde “Psikiyatri Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu” olarak görevine devam ediyor.
Erol Hoca, siyasi ve politik yaşamına soldan girmiş biri. Marksist literatürü yakinen bilerek ve bu literatürün açmazlarıyla, boşlukta kalan yanlarıyla cesurca hesaplaşarak yürüyüşüne daha yerli, ayakları daha bu topraklara basan bir siyasi ve kültürel arayışın izinde olarak devam ediyor. Daima arayış, yenilenme… Batı dünyasının siyasi ve kültürel anlam havzasından çıkmış kavramları aynen kabul etmenin sakatlıklarına dikkat çekiyor. Aldığı eğitimin pozitivist karakterine rağmen geleneğe, maneviyata, ruha önem veriyor. Psikiyatrinin de sınırları olduğundan bahsediyor. Kutsamıyor bilimi. Ayağını tarihin sağlam toprağına basarak söylüyor söyleyeceklerini. Varoluş, yaşama, ölüm, aşk, yalnızlık gibi bütün insanlığa ait kavramları bütün derinliği ve çeşitliliğiyle ele alıyor, irdeliyor. Bunu yaparken de salt bilimsel kavramlardan, teorik çerçeveden konuşmuyor. Yaşam tecrübelerinden, hayat deneyimlerinden güç alıyor.
“12 Eylül’le Ben Böyle Hesaplaştım” yazısında da belirttiği gibi 12 Eylül Darbesi ve 1980’li yıllarda Bitlis’te yaptığı zorunlu hizmet Hoca’nın kişisel serüveninde derin etkiler bırakmış. Bitlis’teki yaşadıklarını şu sözlerle ifade ediyor: “1984’te Bitlis’te sağlık ocağı tabipliği yaparken, hafta sonu sağlık ocağı kapalı iken mesai gününde orada unuttuğum bir kitabı almaya gittiğimde, sağlık ocağının telefonunun çalması (o zamanları şimdiki zamanlarla karıştırmayın, telefonla ulaşım ya sağlık ocağının aranması ya da postaneden telefon yazdırılması şeklinde mümkündü) açtığımda, karşımdaki kişinin bir süredir İstanbul’a gidince dini konularda sohbet ettiğim bir tıp öğrencisi dostum (haydi söyleyeyim, şimdi meşhur bir hekim Dr. Adem Elbaşı) olmasıydı. O gün, o saatte beni orada bulması imkânsıza yakındı. Tüm bunlar bir tarafa dostumun, “Nasılsın, merak ettim?” demekle yetinmesiydi. O güne kadar kıyasıya tartıştığımız Adem’e ve savunduğu tezlere karşı kalbimin yumuşamasına yetmişti bu tevafuk. Sonra su akıp yolunu bulmuştu.” Erol Hoca toplumuna, beraber yaşadığı insanlara, ülkesine, kültürüne karşı derin bir sorumluluk duygusuyla hareket ediyor her daim.
Her şeyin hızla değiştiği, tekniğin, teknolojinin hayatımızı kolaylaştırdığı bir çağda yaşıyoruz. Rahatlık, güven, konfor geçmişte hayal edilemeyecek bir seviyeye ulaştı. Cep telefonları, akıllı evler, arabalar… Bilim ve ekonomide çağ atladı insanlık. Ama… Aması var işte. Erol Göka da bu amaya dikkat çekiyor. Kendi hayat tecrübesi de bunu gösteriyor. Yaşadığı dönüşüm ve kırılma… Etrafımızda bizim rahatımız için yapılmış onca şey varken bireysel hayatlarımızda çok da neşeli, huzurlu değiliz aslında. Hayatlarımız kendi elimizde değil. Geçmişteki insanlar ne yaşıyorsa bizde yaşıyoruz. Kazalar, ölümler, hastalıklar, kırılganlıklar, hayal kırıklıkları, endişeler… Kendi dışımızdaki birçok etkenle kıyasıya mücadele içindeyiz. Hatta bu mücadele bizi yoruyor. O çok eleştirdiğimiz, liberteryen fazişmin etkisiyle yerle bir ettiğimiz paternalizmin sunduğu teselli imkânlarından da uzağız. İşte buradan baktığımızda tıp eğitimi almış biri olarak Erol Göka’nın maneviyata, geleneğe dönüşü daha çok anlam kazanıyor. Hoca hayatımızın bilemediğimiz, müdahale edemediğimiz bu yönüyle de yüzleşmemizi sağlayarak modern kırılganlığımızı, endişelerimizi dindirmemize destek oluyor.
Psikiyatrinin neredeyse bütün alanlarında çalışan Göka, bunun yanında toplumsal yapımızdaki çok ince ayrıntıları yakalayarak buralardan önemli çıkarımlar, tanımlamalar yaparak kendimizi tanımamızı kolaylaştırıyor. Psikiyatri alanındaki bilgilerini diğer sosyal bilimlerle harmanlayarak konuşuyor. Göka, yazı alanında da velut. Birçok önemli makaleye, söyleşiye, kitaba imza atmıştır. Bilimlerin Vicdanı Psikiyatri, Geçimsizler, Hayatın İçindeki Psikiyatri, Bir Bilim olarak Psikiyatri, Felsefe İle Psikiyatri teorik bağlamlarda değerlendirilebilecek kitaplardır. Özellikle son dönemlerde üzerinde yoğunlaştığı Türklerin Psikolojisi, Türklerde Liderlik ve Fanatizm, Türk’ün Göçebe Ruhu, Türk Grup Davranışı, Psikoloji ve Siyaset Arasında adlı kitapları genetik kodlarımızı ifadelendirmeye, olan biteni anlamaya yarayacak çalışmalar olarak görülebilir. Onun özellikle Türklükle ilgili çalışmaları benim için ufuk açıcı oldu. Binlerce yıl geçse de genetik kodlamalar değişmiyor….
Erol Göka, hayatımızın en ince, en yakıcı yanlarına; Var oluşumuzun derin ikilemlerine, trajedilerine de dokunuyor. Zaman geçtikçe, algılar değiştikçe sorunlar da değişiyor, şikayetler de… Bugünün en büyük sıkıntılarından biri yalnızlık. Modern insanın en büyük yitiklerinden biri topluluk ruhu… Dostluğu, yarenliği, komşuluğu yitirdik. Acıları azaltan, mutluluğu çoğaltan ruhu yitirdik. İnsanla insanın arasındaki o bağı… Bunun yanında teknolojinin insanı esir almasını gördük. İnsanın toprakla bağını, ünsiyetini kaybetmesini. Mekanikleşmeyi… Hoca da son dönemdeki yazı ve konuşmalarında bu konulara ağırlık veriyor. Modern dünya kendinden bir önceki zamanın distopyası gibi. Özgürlük, ilerleme, bağımsızlık, güç, bireysellik gibi ütopist söylemlerin dünyamızı bir distopik mekâna çevirdiği zamanlardayız. Kıyasıya eleştirdiğimiz klasik, geleneksel dünyanın insanı bir arada tutan, rehabilite eden yönünün yerine başka bir şey ikâme edemedik. Paramparçayız… Her şeyin bollaştığı, her şeye kolay ulaştığımız günümüzde huzura, sükunete muhtacız. Samimiyeti arıyoruz, tebessüm eden bir insan yüzünü… Şefkate muhtacız, merhamet etmeye ve edilmeye… Teselliye hasretiz… Biteviye…
Velhasıl yaşadığı zamana, toplumuna karşı kendini sorumlu hisseden bir psikiyatr Göka. Psikiyatri, siyaset, gündelik yaşam üzerine hepimizle derin bir sohbete dalıyor her daim. Hem güncel yanı var hem de teorik… Fikirlerine ister katılın ister katılmayın birçok önemli alanları işaret ediyor. Tartışmamız gereken yerleri gösteriyor. Dinlemek, takip etmek gerek.
Kaynak: dibace.net