Ölümü hatırlamak, bizi içimizdeki umudun arsız bir hevese dönmesini engelliyor
Prof. Dr. Erol Göka ve Rıdvan Tulum, Çabuk Konuşma’da bu ay, “Gassal” dizisinden hareketle insanın “ölüm karşısındaki” değişimini konuştular. Rıdvan Tulum sordu, Erol Göka yanıtladı.
Hocam merhaba, hazır “Gassal” dizisi de bu kadar gündemdeyken, belki de “ölümün gündelik hayattaki yerini” konuşmalıyız, unutuyor muyuz onu?
Konuşalım büyük hatırlatıcıyı. Evet, unutuyoruz; ama unutmamız tam olarak kötü mü bilemiyorum, zira yaşama hakkını verebilmek için ölümü unutmasak bile paranteze almak zorundayız. Ölüm her zaman daimî arka fon olarak kalmalı; ama biz hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamalıyız. Sanıyorum zaten psikolojimiz de buna göre yapılanıyor. İnsan hangi yaşta olursa olsun öleceğine inanmıyor, biraz zorlasan, hepimiz içten içe ölümsüz olabileceğimizi sanıyoruz. Fanilik bilinci, ark afonda ölümü hep aklımızda tutmamız o yüzden çok önemli. Ölümü hatırlamak, içimizdeki umudun arsız bir heva ve hevese dönmesini engelliyor.
İnsan, “ölümle tanıştığı andan itibaren -bir yakını kaybetmekten bahsediyorum- artık başka biri oluyor gibi geliyor bana…
Evet, kesinlikle öyle ama iki noktayı açığa kavuşturmalıyız. Birincisi ölümle tanışma yaşı önemli Rıdvan dostum. Ölümün gerçek anlamının, onun geri dönüşsüz bir gidiş olduğunu ancak 10 yaşından sonra idrak etmeye başlıyoruz. Bu nedenle olsa gerek, birinci derece yakınlarını 10 yaşından önce kaybedenlerde yetişkin olduklarında depresyon görülme ihtimali çok fazlalaşıyor. İkincisi, aslında ölümü sadece başkalarının ölümü sayesinde biliyoruz. Ölüm meleği bize geldiğinde bilimcimiz de gitmiş oluyor. Heidegger, “her insan kendi ölümünü ölür” derken aslında bu özgünlüğü, hepimizin kendi ölümlülüğümüzü başkalarından dolanarak idrak edebildiğimizi anlatmaya çalışıyordu ama onun kötü bir kopyacısı olan Sartre, bu muazzam ifadeyi anlamadı, “her insan kendi yemeğini yer” vs. diyerek tiye almaya çalıştı.
“Ölenle ölünmüyor dedikleri yalan ” demişti Ahmet Murat… Ölenle ölünmüyor mu gerçekten?
Ahhh ölünmez olur mu? Aslında hücresel düzeyde her daim ölüyoruz ama bir yakınımızı kaybettiğimizde bizim de hem onunla ilgili yaşantılarımız bir daha yaşanmayacakları için ölüyor, hem de ölümün yanı başımızda olduğunu daha berrak idrak ediyor, bir bakıma biz de biraz ölüyoruz. Ama bu gerçeği kabul etmek çok zor olduğu ve her şeye rağmen yaşama mecburiyetimizi vurgulamak için “ölenle ölünmez” diyoruz. İçimizdeki ölümsüzlük hissiyatımız ve umutlarımız bizi ölüm hakikatini inkara zorluyor. Ölümlülüğümüzü inkâr etmeyle ilgili sana bir şey anlatayım. Ölüm, matem ve hayatın zorlukları hakkında bir kitap yazdım ve fanilik bilincini uyarması için adını, yayıncımın tamamen karşı çıkmasına rağmen “Ölme” olarak koydum ve kapakta da bir mezar görüntüsü olması konusunda ısrarcı oldum. Sonuçta yayıncım haklı çıktı. Kitap hemen hiç satmadığı gibi kitapevleri rafların arkasında gizlediler. Bunun üzerine adını değiştirmek zorunda kaldık. Diğer vedalardan ölümün farkını anlatabilmek için bilerek bir yazım hatasıyla “Hoşçakal” yaptık kitabın adını ve tabii kapaktaki mezarı da kaldırdık, hoş bir veda fotosu koyduk…. “Gassal”ın ilk tanıtım afişlerinde “Ölünce seni kim yıkayacak?” ifadesine verilen acayip tepkiler de ölümün inkârına örnek teşkil edebilir.
Tam olarak durum bence de bundan ibaret… Yine de ölenin, -zaman zaman kurgu da olsa- iyi hatıralarla hatırlanmasının insanda bir karşılığı var mı? Sözgelimi aslında o kadar da aramızın iyi olmadığı birini vefatından bir süre sonra olduğundan daha iyi anlatıyoruz, anıyoruz. Ölüm, bir şeylerin yerini değiştiriyor gibi…
Ne de iyi ediyoruz ne de güzel ediyoruz. Hayranım dinimizden kaynaklanan ölülerimizi hayırla anma geleneğimize… “Mezarlarınıza tüküreceğim” kini, insanı, nefsini olgunlaştırmıyor; insanın, yani kendimizin, aşağıların aşağısı ve varlıkların en şereflisi olmak arasında salınan zavallı bir fani olduğunu yeterince iyi idrak edemiyoruz… Ölen ve ölüm sayesinde iyi olmaya mecburiyetimizi biraz olsun anlama, mevtayla birlikte yıkanarak kötülüklerden bir parça sıyrılma fırsatı yakalıyoruz.
Kaynak: Cins Dergi/Ocak 2025